Meşruiyet krizi sürüyor

Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı’nca Bilkent Otel’de düzenlenen “Anayasalarda değiştirilemez ilkeler” konulu sempozyumda yapılan çarpıcı açıklamalar sistemin yaşadığı meşruiyet krizini bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Özellikle Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın “Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler” temasını Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıl dönümünde konu olarak tespit etmeyi düşündüğünü belirttikten sonra “Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim.” şeklindeki sözleri; Türkiye’deki sisyasi ve hukuki sistemin halen askeri vesayet altında kaldığını göstermesi bakımından çarpıcıydı.Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan, AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın sözlerini köşesinde şöyle yorumladı: “Kendi ülkemizde, bizi, hepimizi, kendi ülkemiz, kendi geleceğimiz, kendi anayasamız hakkında konuşmaktan “men eden”, bizi korkutan bir “güç” var. Bu “gücün” yasal bir tarifi, yasal bir yeri yok. Kara Göl’ün Canavarı gibi bir şey bu. Aniden çıkıyor ve kızdığını yiyor. Anlayabildiğim kadarıyla kafamızdaki “görüntü” tam da böyle bir şey.

“Güç gelir, bizi yer.” Böyle düşündüğümüz, böyle korktuğumuz sürece o “güç” gelir ve bizi yer gerçekten. O korku yüzünden her türlü saçmalığa boyun eğeriz… Bizim rejimimizi bir “diktatörlüğe” benzeten de bu “korku” zaten. Anayasadaki “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerin anayasada kalıp kalmamasından daha önemli olan, bu maddeler hakkında konuşamamamız. Niye tartışamıyoruz biz bu maddelerin değiştirilip, değiştirilemeyeceğini? Bir şey “teklif etmemize” gerek yok, konuşabiliriz. Ama konuşanın büyük bir ihtimalle başı derde girer. Çünkü o “değiştirilemez” maddeler arasında “laiklik” maddesi yer alıyor. Halbuki tam da o maddenin konuşulması gerekiyor. Çünkü bizim anayasamızdaki “laiklik” maddesi, bu ülkenin gerçekten laik olmasının önündeki en büyük engel. Artık bunu herkes biliyor, burası laik değil, burada din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıyor…

Cumhuriyet sistemi işe yaramıyor demek ki…

Burada devlet, her şeyi denetimine aldığı gibi dini de denetimine alıyor… Burada kendi toplumundan korkan bir devlet ve kendi toplumundan korkan “devletçiler”, kendi korkularının üstesinden gelebilmek için toplumu korkutuyorlar. Onlara göre bu toplumu kendi haline bırakırsan ya şeriatçılar gelir, ya bölücüler. Cumhuriyet kurulalı seksen küsur yıl oldu, hâlâ bu toplum şeriat ve bölünme yanlısıysa, cumhuriyetin kurduğu sistem hiçbir işe yaramıyor demektir. Demek ki, bunca yıl bu devlet, bu halka “şeriattan ve bölünmeden daha iyi bir şey” sunamadı. Bunca zaman yapamadığını bundan sonra yapabilecek mi? Niye yapsın? Anlaşılıyor ki daha binlerce yıl bu devlet bu toplumu ezecek, ona “şeriattan ve bölünmeden” daha iyi bir hayat tarzı sunamayacak ve bunun konuşulmasını yasaklayacak. Bunu da hep birlikte “doğal” karşılayacağız. Beni dehşete düşüren de bu doğallık zaten.”

12 Kasım 2008, Çarşamba

Bir cevap yazın