İLKAV’dan Yargı Paneli
İLKAV’ın düzenlediği “Askeri Vesayet ve Resmi İdeoloji Kıskacında Yargı” panelinde; hukukun yozlaşması, yargının asker ve resmi ideoloji etkisinden bağımsız, devlet ve vatandaş arasında tarafsız olmayı bir türlü başaramaması konusu ve bu sebeple yaşanan keyfilikler, hukuksuzluklar, verilen siyasi ve ideolojik kararlar tartışıldı. Konuşmacılardan ikisi Gültekin Avcı ve Reşat Petek, yıllarca savcılık yapmış ve bizzat içerden bu çürümeyi tespit etmiş uygulamacılar olmaları yanında, aynı zamanda bu konulardaki eleştirileri sebebiyle yargının mağduru konumunda da yer almış şahsiyetlerdi. Abdurrahman Dilipak ve Mehmet Pamak ise, uzun yıllardan beri haklarında açılan ve halen bir kısmı devam eden çok sayıda davalarla müz’min sanık, değişmez düşünce suçlusu olma sıfatını üzerlerinde sürekli taşıyan düşünce adamlarıydı.Emrullah Ayan’ın, “Adaletle hükmetmeyi ve adil şahitler olmayı” emreden Kur’an ayetlerini okuması ve Abdullah Başaran’ın kısa açılış konuşmasını müteakip başlayan panelin başlangıcında aynı zamanda oturum başkanlığı yapan Mehmet Pamak İLKAV adına bu paneli düzenlemekteki amaçlarını ifade ederek şunları söyledi:
“Sistemin kurumlarıyla ilgili bu tür tahliller yaparak, gücü ele geçirenlerin uygulamalarını, ideolojik dayatmalarını, haksızlıklarını, keyfiliklerini tartışmaya açarak, bu ülkede yaşayan tüm insanların, daha adil, daha özgürlükçü bir vasata ulaşmasının önünü açmaya çalışıyoruz. Üzerimizdeki baskıyı, zulmü geriletmeye, resmi ideoloji ve militarizmin kuşatması altından kurtulup, kendi ülkemizde özgürce, insanca ve Müslümanca yaşama imkânına kavuşmaya çalışıyoruz. Ayrım gözetmeden, herkes için adalet ve özgürlük talep ediyoruz. Ülkenin bütün insanlarının, imtihan için bulundukları bu dünyada kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı adalet vasatında, ırk, dil, din farklılıklarına rağmen barış ve iyi komşuluk ilişkileriyle huzur içinde yaşabilmeleri gerektiğini ve bunun en temel hakları olduğunu söylüyoruz.”
Devlet Kemalizm’e iman bekliyor
Eski Savcı Gültekin Avcı, devlet-Kemalizm ilişkisi, askeri yargı, Anayasa Mahkemesi ve Ergenekon davası hakkında görüşlerini paylaştığı konuşmasında şunları ifade etti: “Hukuk Devletinin önündeki en büyük engellerden birincisi Kemalist İdeoloji, ikincisi ise konjonktüre göre değiştirilen ve bir türlü tanımlanması istenmeyen Operasyonel Laiklik anlayışıdır. Anayasa mahkemesi hukuki olmayan kararlarıyla millet vicdanında kendi kendini tasfiye etmiştir. Yargı karşısında teğmeninden orgeneraline kadar bütün askerler aynı konumda olmalıdırlar. Orgeneralde olsa Cumhuriyet savcıları her hangi bir asker için direkt olarak takibata geçebilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin militarist karakterinden dolayı bu güne kadar savcılarımız böyle bir hareketten çekinmişlerdir…
Kemalizm’in bir din haline getirilmesi ve hayatın bütün alanlarına egemen kılınması sonucunda, herkes Türk siyasetinde ve bürokrasisinde hayat sahası bulabilmek için Atatürk’ten örnekler getirmek durumunda kalmıştır” diyen Avcı, Devletin Kemalizm’i dinleştirerek kendisine iman beklediğini, “devlet sadece itaat isteyebilir ama kendisine ve dinine iman istemeye hakkı yoktur”
Hâlâ darbe anayasaları ile yönetiliyoruz
Panelde ikinci konuşmacı olarak söz alan Vakit Gazetesi yazarlarından Abdurrahman Dilipak ise şunları söyledi: “Bir ülkede askeri vesayet varsa orada resmi ideoloji de vardır. Resmi ideoloji varsa askeri vesayet kaçınılmazdır. Bir ülkede askeri vesayet ve resmi ideoloji varsa hukuk devletinden dolayısıyla adaletten söz edilemez. Kanun devleti ya da kanun hâkimiyeti her zaman meşruiyeti ifade etmeyebilir. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir. Devletin anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti insan temel hak ve hürriyetleriyle ilgilidir. Bu misyonu reddeden bir yönetim meşruiyetini kaybıdır. Güvenlik için adalet yok sayılamaz. Adalet yoksa barış da yoktur. Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Biz bırakın kanun devleti olmayı, savunma avukatı olmadan, savcısı olmadan, temyizi olmayan yargılama yapılan kararı kanun sayılan günlerden geçip geldik… Tek adam vardı ve tek parti adaylar merkez tarafından belirleniyordu ve buna rağmen açık oy gizli tasnif sistemi uygulanıyordu. Bu ülkede dünden bugüne çok şey değişse de bugün hala darbe anayasaları ile yönetiliyoruz ve hala değişmesi gereken çok şeyler var.”
Başörtüsü yasağı kanun tanımazlıktır
Abdurrahman Dilipak’ın ardından söz alan eski savcılardan Reşat Petek, konuşmasında yüksek yargı organlarının yasama ve yürütmenin görev alanına müdahale ettiğini söyledi. Reşat petek şöyle devam etti: “Yargı tarafsız olmalıdır. Yasama yürütme ve yargı erklerinin anayasada belirlenen görev ve yetkilerini uyum içerisinde sürdürmeleri gerekirken, yüksek yargı organlarının son zamanlarda verdikleri kararlarla yasama ve yürütmenin görev alanına müdahale ettikleri, “hukukun üstünlüğü” yerine yargıçların üstünlüğü ve otoritesini gündeme getiren “yargıçlar iktidarına” doğru hızlı bir yöneliş olduğu, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini sözde kaldığı görülmektedir… Ülkemizin acil sorunlarının çözümünde darbe anayasası yerine sivil, normal, demokratik bir anayasaya duyulan ihtiyaç konusunda toplumda mutabakat olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi çoğunluk kararıyla buna engel olmaktadır. Kararlarında yetki sınırları dışına çıkarak hukuku ihlal etmektedir.”
Konuşmasında başörtüsü yasağına da değinen Petek şunları söyledi: “Anayasa’da başörtüsünü yasaklayan Hiçbir kanun maddesi yoktur. Hukuksuz olarak uygulanan bu yasak resmi ideolojinin kanun tanımazlığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Askeri ve resmi ideolojinin vesayeti altında zorlama kararlara en çok imza atan yüksek yargıdır. Yargılama faaliyetleri yüksek yargı da düğümleniyor ve bu antidemokratik, hukuksuz ve zorlama kararlar resmi ideolojiye uygun olarak orada veriliyor”
Ağır bir zulüm bataklığı oluştu
Panelin son konuşmacısı olan Mehmet Pamak, Askeri vesayet rejiminde asker bürokratların toplum ve devlet kurumları üzerinde etkisinin altını çizerek, bunun nedenlerini ve sonuçlarını örnekleriyle anlattığı konuşmasında yargıda insan hakları eksenli köklü bir yeniden yapılanmanın gerekliği hususunda şunları söyledi: “Avrupa’yı taklit eden Türkiye, hiç değilse bu taklidine süreklilik kazandırsaydı, hareketli bir taklidi esas alsaydı bugünkü kadar ağır bir zulüm bataklığı oluşmayabilirdi” diyen Pamak, “Türk Ceza Kanununu bile faşist Mussolini İtalya’sından olduğu gibi alacak kadar Avrupa’nın faşist dönemini taklit edenler, bu dönemi dondurarak ve o günün tercihlerini değişmez, değiştirilemez ‘Asr-ı Saadet” dönemi gibi idrak ederek 1930’lar Türkiye’sini kutsallaştırıp dogmalaştırınca, daha sonraki süreçte faşizmi aşan Avrupa’daki görece iyileşmeyi, özgürleşmeyi bile takip edemediler. Bu sebeple, geriliğin, faşizmin kucağında, yozlaşmanın, hukuksuzluğun, keyfiliğin, taassubun, seviyesizliğin, niteliksizliğin, sığlığın, yaygın ve derin çürümenin ve yargıdaki yozlaşmayla da tuzun kokmasının müsebbibi oldular. İçerisine sürüklendikleri sığlık, gerilik ve dogmatizm sebebiyle, akletme, sağlıklı düşünme yetileri de dumura uğradığı için bu büyük erozyonun, çürümenin müsebbibi olduklarını da fark edemediler.
Mehmet Pamak, konuşmasını sonunda, sistem içinde görece bir özgürleşmeyi sağlayabilmek ve nispi bir adalet vasatını hazırlayabilmek için yapılması gerekenleri sıraladı ve konuşmasını şöyle tamamladı: “Yargıda var olan ideolojik yapı, hiç değilse taklit edilen Batıdaki kadar da olsa hukuk eksenli bir reorganizasyonla yeniden yapılandırılmalıdır… Bunca ideolojik ve askeri kuşatmaya rağmen yargı içinde var olmayı sürdüren, erdemli, insan haklarına saygılı, davalarda yansız ve tarafsız olmayı ahlak edinmiş yargıç ve savcılar, bu yeniden yapılandırmada öncü rolü üstlenmelidirler. Aslında içerideki bu iyiler, böyle bir yeniden yapılandırmanın önünü açacak, çabuklaştıracak çıkışlar yapmalıdırlar. Bu bağlamda, ideolojik, siyasi, keyfi ve hukuksuz kararlar veren, siyasi ve ideolojik açıklama ve bildiriler yayınlayan meslektaşlarına içerde ve kamuoyu önünde karşı çıkmalı, itiraz etmeli, bu tür karar ve açıklamaların hukuki değil ideolojik olduğunu ve katılmadıklarını aynı yöntemlerle ortaya koymalıdırlar. Bu erdemli, insan haklarından yana ve kararlarında objektif olmayı başaran yargı mensupları, eğer yargı alanındaki bunca çürümeye, kokuşmuşluğa ve adaletsizliğe karşı çıkıp itiraz etmezlerse, ıslah etmeye çalışmazlarsa, sonuçta mazlum insanlara yönelik bütün ideolojik zulümlerin ortağı olacaklarını unutmamalıdırlar.”
18 Kasım 2008, Salı