CHP’nin şark siyaseti açılımları ve şürekası
KADRİCAN MENDİ / Türkiye’de siyaset, ulus devlet bir model olarak seçildiğinden beri “vatandaş” adı verilen aktör adı üzerinden tartışılır. Ancak geleneksel toplumsal yapı devletle birey arasında birtakım ara mekanizmalar ürettiği için “vatandaş” asla gerçek bir aktör olamamıştır.
Cumhuriyet’in “teba’dan vatandaş’a, ümmet’ten ulus’a” hedefi, devletle direkt irtibat kura(bile)n birey ya da tersinden söylersek, devletin bireye direkt ulaşabildiği ilişki ağları üretemedi. Devlet ile tebaa arasındaki ilişki daha çok cemaat, hemşehrilik gibi patrimonyal ilişkiler üzerinden kuruldu.
Şu anda siyasal partilerin tıkandığı nokta, eski usulle; yani cemaat, bölge, aşiret, gibi alt aidiyetler üzerinden yapılan pazarlıklar ile mi oy devşirmeye devam edileceği yoksa toplumdaki gelişmeyi, şehirleşme ve şehir(li)leşme vakasını esas alıp bireye yönelik ideolojik programlarla mı oy talebinde bulunulacağı meselesidir.
Tabii, ikinci tercihte bulunmanın çok temel bir güçlüğü var: Bu güçlük; cemaati değil de bireyi esas alan ideolojik bir program sunacaksanız, bunu Kemalizm ile uyumlu hale getirip getiremeyeceğiniz, bunu yapabilseniz bile ortaya çıkan şeyin ne kadar size ait olacağı meselesidir.
Türkiye’deki siyasal partilerin ideolojik pozisyonlarını yitirmeleri ve Kemalizm ortak paydasına sürüklenmeleri, siyasetin toplumun gerisinde kalmasının, toplumun ise içinde bulunduğu değişim buhranında yönü ve önderliği olmadığı için kendi üstüne kapanmasının bir tezahürüdür.
Toplumsal değişmeye ufuk ve istikamet kazandıracak donanım ve cesarete sahip olmayan siyasetler, yaşadığımız dönüşümün şiddeti karşısında korkmuş ve içe kapanmış durumdalar.
Bu sadece siyasal partiler düzeyinde değil, siyasal duruşu olan hemen tüm pozisyonlar için ortak bir sorun.
Bu kaygı (nevroz) durumu siyaseti eski ezberlere sarılmaya ya da ezberi bozmayacak yeni yorumlar geliştirmeye itiyor.
İşte bu iki arada kalmışlığın, Kemalizm tarafından “edilgenleştirilmenin” ve “efemine edilmişliğin” verdiği ezikliğin etkisiyle, genellikle seçim önceleri sol ya da sağ partilerden ilginç “şok” açılımlar yapılagelir.
Burada verilen mesajın iki yönü vardır: İlki, Kemalist egemenliğe “toplumsal ortak paydayı elde etmek için ben elimden geleni yapıyorum, açılım sağlıyorum” mesajıdır. İkincisi ise geleneksel oy havzalarının belirsizleşmesi karşısında aynı durumda olan diğer havzalara ulaşabilme kaygısıdır.
Bu durum, aslında yukarıdaki analizi esas alırsak, çok da sürpriz değil. Bir kere, muhafazakâr camiada bizzat İslam’dan hareketle İslam’ın savunusundan ziyade sürekli sistemin onayını arayan, müsaade isteyici tavır bir siyaset yöntemi olarak kullanılagelmiştir.
Böyle bir halet-i ruhiye; devletin esas olduğu, baba olduğu bir meşruiyet çerçevesinde üvey evlat-öz evlat mücadelesidir. Bu muhafazakâr tanımının içine dindarları olduğu kadar dindar olmayanları (örnek vakamızda CHP) da dâhil edebiliriz.
İşte bu muhafazakarlığın kendine ait bir dili olmadığı için uzun süredir “sol” ve “liberaller” üzerinden toplum ve egemenlere mesaj ver(dirt)me kaygısına şahit olmaktaydık. Hatta bu tutum bir süredir dindar-muhafazakâr camiada dillendirilen bir teze dönüşmüş; yani böyle bir “şok”a kamuoyu alttan alta birazda hazırlanmıştı. AKP hükümeti dahi her fırsatta “CHP destek verse bu sorun hemen çözülür” şeklinde ilginç bir söyleme sahip idi… Görünen o ki “Başörtüsü sorununu aslında CHP’nin çözmesi gerektiği(!)” akıldaneliği bazı büyüklerin hakemliğinde bir proje haline dönüştürülmüş.
İşte tam da bu noktada önümüzdeki seçimlerin “şok” açılımı da Baykal tarafından yapıldı.
Benim bu “sürprizden” sonra nedendir bilmem(!) ilk yaptığım şey Zaman Gazetesi’nden Hüseyin Gülerce’nin yorumlarına bakmak oldu; acaba dindar camianın büyük bir “cemaat”ının bu “sürpriz” çıkışa bakışları nasıl oldu diye…
Hüseyin Gülerce’nin yorumları şu şekilde olmuş:
“İşte Baykal, bu tabuyu yıkıyor. CHP’yi dogmalardan kurtarmanın kapısını aralıyor. CHP’de demokrasinin temellerine doğru bir yürüyüşü başlatıyor. Partiler demokratikleşmeden Türkiye demokratikleşemez. CHP demokratikleşmeden ise hiç demokratikleşemez. Baykal’ın hamlesi hayırlı bir hamledir. Bu yolda giderse halkla buluşur. Kim halk dışında halka rağmen siyaset yapmaya kalkmışsa gayri meşru yola girmiştir. CHP, demokratik meşruiyet yolunda doğru bir adım atıyor.
Bunun tek riski zamanlamasıdır. Bir mahalli seçim öncesinde bu tarihî adım şu riski taşıyor: Eğer CHP seçimlerde başarılı olamazsa fatura Baykal’a çıkarılacak ve “çarşaflılara rozet takarsan tek parti zihniyetine karşı çıkarsan olacağı buydu…” denilecektir.
Ben pek çok kimse gibi Baykal’ın bu yeni adımlarını destekliyorum. Zira Türkiye’de siyasetin en büyük zaafı bir gerilim ve çatışma zemininde yapılmasıdır. Adeta siyaset değil kavga yapılıyor. Demokrasinin mayası diyalog, hoşgörü ve uzlaşma bizim ülkemizdeki siyaset zeminlerine bir türlü gelmiyor.”
Bu ilginç yorumlardan daha ilginç olanı, aynı yazarın 14 Kasım’da, yani bu açılımdan hemen önce yapmış olduğu başka bir yorum; başlık da şöyle:
“AK parti ve yerel seçimler : iyi düşünün…”
“Bazı AK Parti ileri gelenlerinde, “adaylar o kadar önemli değil, biz yine partimizin ve liderimizin rüzgârı ile siler süpürürüz” havası olsa, bu yadırganmaz mı? Mesela, yüzde 50-60 oyla büyükşehir belediye başkanı seçilen ve başarıları ile göz dolduran isimler hakkında bile “o ismin kıymeti harbiyesi yok” dense, bu şaşırtıcı olmaz mı? Başkanlarla yıldızı barışmamış yöneticilerin ve milletvekillerinin, bu kendilerine çok güvenen yaklaşımları, ya Başbakan Erdoğan üzerinde etkili olursa? Seçimlerin başarısı için ölçü haline gelmiş 5-6 ilde AK Parti kaybederse, parti içindeki bütünlüğü korumak da zorlaşabilir. Siyasette tersine gidişler, hep seçim mağlubiyetleriyle başlamıştır. Demek istediğim; AK Parti, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir…”
Taleplerini kendinden değil bir takım aracılar üzerinden siyasete taşıma kaygısı dolayısıyla bu aracılar ile pazarlığı, aracıların kendi aralarındaki rekabetlerini de bu pazarlıkta elini yüksek tutmak için koz olarak kullanmak gibi kurnazca “siyaset”leri gerektiriyor.
Dolayısı ile diyebiliriz ki, dönüşüme istikamet verme imkânından ve cesaretinden mahrum olanların, en iyi bildikleri şeyi yani şark siyasetini yapmaları dışında yeni bir şey yok. Tabii şark siyasetinin kendi içinde geçirdiği aşamamaları(!) saymazsak.
Platform Haber
2 comments
kadrıcan akp chp birbirilerini akliyorlar yani tahtaravelli birisi sahte sol diğeri sahte müslümanturnasolu herikiside kürt sorunu konusunda aynı düşünüyorlar iki anlayıştainkarcı imhacı herkonuda
Kadri can chp akp eşttir birbirlerini tamamlama birisi sahte sol diğeri sahte müslüman dolayısiyle al gülüm ver gülüm şekli ortaya cıkıyor bir şekilde bir birlerinitemel alıyorlar ve onaylıyorlar bu onlara verilen rol biri ulusalcı sosyal faşişt diğeri islami milliyetci ikdidarcı sahte müslümancı aynı zamanda faşişt selamlar v. saka