Kurtarıcı X
Allah, insanlık tarihini başlattığı günden bugüne dek, hem yeryüzünün adil bir şekilde tanzim edilmesi için hem de -özellikle- yalnızca ibadet edilmeye layık olan ve de bir olan yaratıcıya yönelmesi için her topluma peygamber gönderdi. Ne zaman ki toplum yaratıcısını unutup O’na ortaklar koştu, işte o zaman toplumlar haksız, zorba ve sadece güçlünün hükümranlık sürdüğü, zayıfların ezildiği bir anlayışa sahip oldular. Bu durumu düzeltmek, yeryüzüne barış ve huzuru sağlamak için gelen peygamberler, yaşadıkları toplumun ‘kurtarıcısı’ hüviyetine sahip olarak, irşadi faaliyetlerle varolan statükocu anlayışı değiştirme çabaları, toplumlarının bir olan, eşi ve benzeri olmayan yaratıcıya yönelmesini sağlama uğraşları, onları toplumlarının önderleri konumuna getirmiştir. “Her ümmet için bir elçi olagelmiştir. Ve onlara elçileri geldikten sonra ancak aralarında adil bir yargıda bulunulabilir; onlara asla haksızlık da yapılmaz.”(Yunus/47)
Bu peygamberleri, toplumun bütün fertlerinden ayrı kılan en büyük özellikleri; o toplumdaki başıboşluğu giderme çabaları, mağdurların yanlarında yer almış olmalarıdır. Yoksa onlar da diğer bütün insanlar gibi çarşıda gezen, onlar gibi yiyip içen, kısacası onlar gibi bir yaşama sahip olan ‘insan’lardı. “Biz onları yemeğe bile ihtiyaç duymayan varlıklar olarak göndermedik; dahası onlar ölümsüz de değildiler”.(Enbiya/7) “Biz senden önce de yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan insanlar dışında hiçbir peygamber göndermemiştik… “(Furkan/20)
Toplumların her ifsat oluşları durumunda, Allah o topluma ‘kurtarıcı’ olarak peygamber/ peygamberler göndermiştir. Hiçbir toplum yok ki, Allah peygamber göndermiş olmasın. “… zira hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı çıkmamış olsun”.(Fatır/24) Zaten peygamber gönderilmeyen toplumları, Allah sorumlu kılmayacağı gibi onlara azap da etmeyeceğini vaat etmiştir. ” Biz Resul göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz” (İsra/15)
Bütün bu Kur’an’i verilerden de anlıyoruz ki; Allah tarihin her döneminde, toplumların sosyal, siyasal ve ahlaki her yozlaşma durumunda, tevhidi anlayışı ve ancak bu anlayışla oluşturulacak olan adaleti tesis etmek üzere, o toplumlara onların içinden yetişmiş olan ve onlar gibi ‘insan’ olan peygamberler göndermiştir. Bu öyle sık olmuştur ki; bazen bazı peygamberler aynı dönemde yaşamışlardır.( Hz. İbrahim ve Hz. Lut, Hz. Musa ve Hz. Harun, Hz. Yahya ve Hz. İsa…. gibi)
Peygamberlerin bu sıkça gönderilişi toplumların, hakikatten ne kadar çabuk ayrıldıklarının bir göstergesidir. Ama buna rağmen, Allah’ın merhamet tecellisinin bir ürünü olarak gönderilen Peygamberler, gönderildikleri kendi toplumlarında, kurtarıcı olarak vazifelerini en güzel şekilde icra etmişlerdir. Peygamberlerin sıkça gelişi, insanlık aleminde bir alışkanlık halini almış, insanlarda kurtarıcıyı bekleme anlayışını sonlandırmamıştır. Oysa ki Allah, son peygamber olarak Hz. Muhammed’i gönderdiğini söylemiştir. Allah, ” … Muhammed Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur…” (Ahzab/40) demesine rağmen, İslam aleminde ve bazı dinlerde hala bir kurtarıcının geleceğine olan inanç, nedense son bulmamıştır. Ve hala bir kurtarıcının geleceğine olan inanç, sanırım insanlığın içinde bulunduğu hazin durumu ortaya koymak için iyi bir örnektir.
Kurtarıcı anlayışı, genelde varolan kötü gidişata ‘dur’ diyebilmek ve de insanlığı mutlu bir geleceğe yöneltmek adına, insanın kendini en aciz kabul ettiği zamanda daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çaresizliğin veya kendinden sorumluluğu uzak tutmanın, hatta yaşanan olumsuz sürece kayıtsız kalmanın ardına saklanacak, güçlü bir inancın manifestosu şeklinde insandaki atalet ruhunu ön plana çıkaran bir dini argümandır. Hatta bu anlayışa paralel kabul edilecek bir düşünceyle, din(sizlik) anlayışını şekillendiren Marx, insanlık merhalesini beş evreye ayırdığı, tarihi materyalist (maddeci) anlayışının ikinci merhalesi olan kölelik aşamasında şunları söyler: “Zirai toplumunda temel üretici olan çiftçi, toprak üzerinde tahakküme sahip olamadığından, vaktinden evvel üretimi sağlayamaz. Kontrolü dışında gerçekleşen, olumsuz hava durumunun etkisi ve afetlerden de ürününü koruyamadığından gaybi bir gücün varlığını “varsayar”. Bu gaybi güce yönelerek kendisinin korunma altına alındığını düşünür ve bu gaybi gücün yardımıyla mahsülüne ulaşmaya ve hayata bağlanmaya çalışır.” Marx’ın sahip olduğu bu anlayışta da insan, acizliğinin ve güçsüzlüğünün ardında aradığı gizemli güç, dinlerdeki kurtarıcı anlayışının farklı bir versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi küçük bir farkla… Dini anlayışta kurtarıcı olarak insan yer alırken, Marx’ın anlayışında kurtarıcı olarak Tanrısal gizeme yöneliş yer alır.
Bireyler ve toplumlar ne zaman fikir üretemediyse ve ne zaman ki zorba iktidarlara karşı toplum, toplumsal bir güç oluşturmadıysa, her zaman bu gizemli ve sorun çözücü olarak gördüğü kurtarıcı varlık ile toplum, hayallerini gerçekleştirmeyi bekledi. Bu inanç, birçok dinin neredeyse itikat haline getirdiği bir anlayış haline dönüştü. Bu inancın temelleri kadim bir tarihe dayanmaktadır. Sümerlere ait yapılan arkeolojik kazılarda bile, bu anlayışın izlerine rastlamak mümkündür.
Bu anlayışa sahip dinlerden biri olan Zerdüştlükte, tarih üç döneme ayrılmış ve dört bin yıllık döneme ayrılmış olan her tarihi dönemin sonunda Tanrı Ahuramazda, bir Suşiyant gönderiyor. En son Suşiyant (vaat edilen Zerdüşti kurtarıcı), bu dönemin sonunda gelecek ve ondan sonra da kıyamet kopacaktır.
Kurtarıcı fikrine sahip diğer din ise Budizm’dir. Bu Hint düşüncesine göre kurtarıcı olan Buda, her dönem gayb aleminden gelip, kurtuluş yolunu bağışlayan biridir. Amacı, halkı kurtarmak ve halkı yer cehenneminden kurtulmaya davet etmektir.
Yahudilikte ise, Armagedon adı verilen iyi ve kötüler arasında yaşanacak olan son savaştan sonra, Davut soyundan gelecek olan kurtarıcı, tarihin sonunda İsrail’in düşmanlarını yenmek suretiyle, onları esaretten kurtarıp, kutsal topraklara ve Tanrıya döndürecek, Süleyman Mabedini tekrar inşa ederek, Tanrının krallığını kuracak.
İsevi anlayışta da kurtarıcı, Hz. İsa’dır. Hz. İsa’nın ric’at edeceğine (yeniden döneceğine) inanılır. İsa’nın gelişindeki amaç, Tanrısal otoriteyi sağlamaktır.
Bu inanış, bütün dinlerin birbirinden etkilenmişçesine hepsinde yer alır. Ama bir farkla… Her din, bir kurtarıcının geleceğinde hem fikir olsa da bu kurtarıcının kendi dinlerinden biri tarafından geleceğine ve asıl olarak kendi inanışlarının doğruluk ilkesi anlayışıyla, kurtarıcının kendi dinlerine inananları zulümden kurtarıp refaha ulaştıracağına inanır. İnsanın çaresizliğinin ve acziyetinin arkasına sığınarak, biri tarafından kurtarılacağına inanmak, insanın kendi iradesini yok sayıp, yaşanan bütün haksız ve zorba anlayışlar karşısında boyun eğişine kılıf bulmak için başvurabileceği bir sığınağa dönüşmüştür. Oysaki sorumluluğun bilincinde olan insan, mukadder olana karşı koymakla varlığını anlamlandırmalıdır.
İslam dünyasında da yer bulmuş olan kurtarıcı, Şii dünyasında 11. imam el-Askari’nin oğlu, ‘kayıp’ olan Muhammed’dir. İtikadi bir hüküm olarak kabul edilen İmamet anlayışının, bir uzantısı olan bu inanışta kurtarıcı, beş yaşında iken kaybolan bu imamın dönüşüyle, insanlık kurtuluşa erecektir. Şii anlayışta yalnızca İmam, devlet başkanı olarak görev yapar. İmamın olmaması nedeniyle Şii dünyası mecburen farklı bir çözüme başvurmak zorunda kalır. Kayıp İmamın olmaması nedeniyle, İmam Humeyni, ‘Velayet-i Fakiha’ denen bir çözümlemeye girerek, kayıp İmam gelene kadar devlet başkanlığı görevini geçici olarak üstlenecek birini tayin etmek gerektiğini söyleyip, bu düşünceyi hayata sokar.
Kurtarıcıyı bekleme anlayışı Ehli Sünnet’te de yerini almıştır. Burada kurtarıcı Hz. İsa’dır. Hıristiyanlardaki anlayıştan farkı; Tanrı’nın oğlu İsa değil, daha önce göğe yükseltilip sonra yeryüzüne tekrar gönderilecek olan, peygamber Hz. İsa’dır. Diğer dini anlayışlar gibi Ehli Sünnet’te de gelecek diye umulan kurtarıcı, özellikle Ehli Sünnet anlayışındakiler için kurtarıcı bir role sahip olup, ilahi adaleti sağladıktan sonra kıyametin kopuş süreci yaşanacaktır.
Her dini anlayış, merkeze kendisini ‘hakikatin temsilcisi’ sıfatını alarak, oluşturduğu dini bir kurtarıcı anlayışı ile dini argümanını oluşturmuş ve bazı dini motiflerle de kurtarıcının geleceğini belirlemiştir. Bu anlayış ” …her grup kendilerinde olanla sevinip böbürlenmektedir.” (Mü’minun/53) şeklinde Kur’an’da da dile getirilmiştir. Kısacası her dini düşünce ortaya koymuş olduğu donelerle, ilahi bir kaynaktan referans alarak kendisini hakikatin merkezine koymuştur.
Ehli Sünnet anlayışı temele Hadis kaynaklarını alarak Hz. İsa’nın geleceğini savunurken, Şia’da itikadi bir mevzu olarak kabul edilen İmamet anlayışının bir uzantısı olarak, gelecek kurtarıcı, kayıp olan imam olarak ifade edilmiştir. Diğer anlayışlardan farklı olarak, bu anlayışın Şia ve Ehli Sünnette farklı bir şekilde yer alması ilginçtir. Çünkü ikisi de aynı kaynaktan (Kur’an’dan) beslenmesine rağmen, olaya çok daha farklı bakabilmektedirler. Nedeni ise Kur’an dışında kabul edilen diğer kaynaklardır.
Kur’an’da Yüce Allah, ” herkes ölümü tadacaktır” (Ali İmran/ 185, Enbiya/35, Ankebut/ 57, Rahman/ 26) ayetleriyle ve Hz. Muhammed’den önce hiç kimseye ölümsüzlük vermediği gibi onun da öleceğini belirttiği ” Biz, senden önce yaşamış hiçbir insana ölümsüzlük bahşetmedik. Hem sanki sen öleceksin de, onlar ebediyen yaşayacaklar mı?” (Enbiya /34) ayetiyle de bütün canlıların ölümlü olduğunu kesin olarak belirtmesine rağmen, birçok dinde olduğu gibi İslam’da da kurtarıcı anlayışının yer almasına engel olunamamıştır. Oysa öldükten sonra dünyada kıyametten önce dirilecek ve kıyamete kadar yaşayacak birilerinin olduğunu belirten Kur’an’da hiçbir bilgi yoktur. ” Allah’ın yasasında hiçbir değişme ve bozulma bulamazsın” ( Fatır/43) diyen Allah’a karşı, Hz. İsa’nın ölmediğini ve kıyametten önce yeryüzüne ineceğini iddia etmek, Kur’an’a ters düşüp düşmediğini düşünmek gerekmez mi?
Biz Müslümanlar olarak İbrahimi anlayışı kabul ettiğimizi söylememize rağmen, uygulamada bu anlayışa sahip olamıyoruz. Aklımıza takılan sorularla yüzleşmek ve o soruların ardına düşmek, nedense bizi vahyi hakikatten uzaklaştıracak korkusuna sevketmiştir. Oysa Hz. İbrahim, Rabbine hiç çekinmeden ölünün nasıl tekrar diriltileceğini sorarak, içinde taşıdığı endişelerle yüzleşme cesaretini göstermiştir. Allah onun bu durumunu Kur’an’da anarak, İbrahim anlayışına sahip bir toplum inşa edilmesi gerektiğini bu kıssa ile bize öğretmektedir. Hiçbir çelişkinin yer almadığına olan kat’i inancımıza göre Kur’an, karşımıza çıkacak bütün soru(n)lara cevap vermemiş olsa da -mutlak surette- doğruya götüren anlayışı, doğru bakış açısını bize kazandırmaktadır. Çelişkinin olduğu bir bilgi, bizi yanlış bilgilerin karanlığına götürecek ve hakikati de yanlış anlamamıza neden olacaktır. Çünkü iman, bilgi ile başlar (Ma’rifetullah). Hakikat arayışında yol alan birey, edindiği bilgi ile özgün davranmasını bilir, tahkik eder ve üretir.
Gelmesi umulan kurtarıcı anlayışı da toplumda atalet ruhunu beslemiş, bireyde kendi iradesini basit görme ve bu gücün kontrolünü sağlayamama acziyetini doğurmuştur. Oysa her birey, taşıdığı sorumluluğun bilincinde hareket ederek edimlerini şekillendirirse, yaşadığı toplumda kendisinin de kurtarıcı olabileceğini görür. Rabbisi’nin kendisini mükemmel özelliklerle donattığını görecek ve sadece yaşadığı topluma yön veren bir birey değil, dünyaya da şekil verecek potansiyele sahip olduğunu keşfedecektir. Nitekim Peygamberler de bu anlayışa sahip bir birey olarak yaşadıkları topluma hayat vererek, kulluğun ve sorumluluğun en güzelini gerçekleştirmişlerdir. Her birey ‘Peygamberi sorumluluğu’ taşıdıkça, yaşadıkları toplumda illa ki gelmesi umulan bir kurtarıcıya gerek duyulmadığını görecek ve bu anlayışla toplumun önderleri olabileceklerdir.
Dünyada ve özellikle İslam dünyasında yaşanan birçok olumsuz gelişmeler ve Müslümanlara yönelik yapılan soykırım, şiddet ve vahşet karşısında, bir kurtarıcıyı beklemek ve ona inanmak, bizi Rabbimize karşı sorumluluğumuzda ne kadar samimi kılacaktır, düşünmek lazım. Müslümanlar olarak anlayışımızı daha otantik bir zemine hasretmediğimiz sürece, içinde bulunduğumuz bu durum devam edecektir. Vicdanlarımızda hiçbir acının hissedilmemesi ve gaflet uykusundan artık uyanmak gerektiğine yönelik dürtülerimizi harekete geçirmemesi, imanımızı sorgulamamızda önemli bir veri olacaktır.
Taşıdığımız halifelik sorumluluğunun bilinciyle, yeryüzünde yaşanan bütün haksızlıklar ve işlenen cürümlere karşı kayıtsız kalmayacağımızı ve Rabbimizin bizi noksansız olarak en güzel şekilde donattığının farkında olarak, toplumun yegâne kurtarıcısının yine toplumun bir ürünü olan bireylerden ancak çıkabileceğini iyice anlamalıyız. Rabbimize karşı vazifemizi yapmak üzere, bu hayat yolundaki mücadelemizi en güzel şekilde ortaya koymaya, hayatımızı adayacak bir anlayışla var olduğumuzu haykırmaya ve bu anlayışımıza eylemlerimizle hayat vermeye, Müslümanların hatta insanlığın ihtiyacı olduğunu görmeliyiz.
Ve artık anlamalıyız ki;
“Şimdi yeryüzünde gerçeklerimizle yüzleşip yaşamak zamanıdır.”
21 Aralık 2008, Pazar
11 comments
Kurtarıcı bekleyenler, maalesef zorbaların zulmü karşısında sessiz ve tepkisiz beklemeye devam etmektedir. Bu ise ümmeti zillete mahkum bırakmaktadır. Kurtuluşu oturduğu yerde bekleyenler, daha çok beklerler. Kurtuluş için tevhid ve adalet mücadelesi verenlere, her hafta meydanlarda hakkın şahitliğini amele dönüştürenlere selam olsun!
Bir slogan var, anlamlı olacak: “Kurtuluş yok, tek başına! Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!”
Öncelikle neyi,niçin yaptığımızı çok iyi idrak etmeliyiz.Davranışlarımızla,duruşumuzla samimi olmalıyız.SAMİMİYET…
kutaracak birinin olması güzel olurdu.Malesef böyle bir şey yok bekleyenler de hava alırlar ancak.
yüksel kardeşin vurgusu sanılandan çok daha önemli.
bu zaaflı anlayış bilinçaltımıza o kadar yer etmiştir ki, mesih ve mehdi anlayışının islamdan olmadığını Kur’ani tezlerle savunanlarımız da dahi akıl yürütmeyi bundan ötesine yürütme çabası pek yoktur.
oysa bize rağmen kurtarıcı gelmeyeceğine iman etmek beraberinde kurtulmak “felah”a ermek için ne yapmalıyız sorusunu getirmelidir.
vel hasıl-ı kelam “Şimdi yeryüzünde gerçeklerimizle yüzleşip yaşamak zamanıdır.”
“İslam dünyasında da yer bulmuş olan kurtarıcı, Şii dünyasında 11. imam el-Askari’nin oğlu, ‘kayıp’ olan Muhammed’dir. İtikadi bir hüküm olarak kabul edilen İmamet anlayışının, bir uzantısı olan bu inanışta kurtarıcı, beş yaşında iken kaybolan bu imamın dönüşüyle, insanlık kurtuluşa erecektir. Şii anlayışta yalnızca İmam, devlet başkanı olarak görev yapar. İmamın olmaması nedeniyle Şii dünyası mecburen farklı bir çözüme başvurmak zorunda kalır. Kayıp İmamın olmaması nedeniyle, İmam Humeyni, ‘Velayet-i Fakiha’ denen bir çözümlemeye girerek, kayıp İmam gelene kadar devlet başkanlığı görevini geçici olarak üstlenecek birini tayin etmek gerektiğini söyleyip, bu düşünceyi hayata sokar.” şia toplumunda daha farklı davranılabilir miydi?
kardeşimiz yükselden bu güzel, anlamlı ve faydalı yazısından dolayı ALLAH razı olsun inş. herkesi böyle islami davaya duyarlı olmayı ve şuan zulüm gören müslümanlar içinde duyarlı olmaya çağırıyorum. sanmayınki zulüm altındaki müslümanların hesabı bizden sorulmayacak. onlar için en azından dua edelim onları unutmayalım………
Müminin silahı sabır ve duadır.Zulüm gören kardeşlerimize dualarımızı eksik etmeyelim.Dualarımızla varlığımızı hissettirelim.Allah’ın izniyle zafer inananların olacaktır.
Beklemek… Kimi zaman umuttur kimi zaman da çaresizlik.Beklemenin adı,çaresizlikse gözyaşıdır.Umutsa eğer tebessümdür.İşte islam,kocaman bir tebessüm koyabilmektir yüzlere…
Kardeş umutlarımızı yıktın Kurtarıcılar gelecekti bizi cennete huzura kavuşturacaklardı Biz miskin ve tembel otururarak günümüzü gün ederek bekleyecektik Onlar gelecekti biz tabi olacaktık Sonra ver elini cennete! Gayret yok çaba yok acı yok hüsran yok! Ama sen-siz ne yaptın(ız). Beleş yok dedin(iz).
Biz Hesap defteri açılmadan/kapanmadan önce son raddede bir kurnazlık yaparak kurtarıcıya tabi olup dünyevi herşeye sahip olmuş olarak ebedi refaha kavuşacaktık. Hesap vermeden cennete girivereceğimizi zannederken (kurtarıcıya tabii olmak kayd(cığ)ıyla)! Üff üff!
Bizler teslim olmadan ya da niye ve neye teslim olduğumuzu bilmeden ”müslüman” olduğumuzdan kurtarıcılar beklememizden daha doğal ne olabilir ki?
Yüzlerin(m)ize kocaman bir somurtkanlık bırakarak selamlıyorum sizleri.
Yüksel kardeş dilsel, gönülsel, bedensel ve zihinsel hayırlı olan tüm dualarının kabülü duasıyla.
guzel bı calısma yapmıssın allah razı olsun
kurtarıcı Ezilmiş haLkın Lideridir Sadece !!!..