Ötekileştirilenler laikler mi?
ÖMER ÇAHA / Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler isimle araştırma, Anadolu’dan on iki il ile İstanbul’un Sultanbeyli ve Bağcılar ilçelerinde toplam 401 kişi ile yüz yüze yapılan mülakata dayanarak gerçekleştirilmiş. Söz konusu iller Erzurum, Kayseri, Konya, Malatya, Sivas, Batman, Trabzon, Denizli, Aydın, Eskişehir, Sakarya ve Balıkesir. Mülakat yapılan kişilerse genel olarak CHP il örgütleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Pir Sultan Abdal Dernekleri, Hacı Bektaş Veli Dernekleri, Cem Vakfı, yerel medya kuruluşları, üniversiteler, öğrenci kulüpleri, kadın kuruluşları, Ticaret ve Sanayi Odaları, hastaneler ve Tabip Odaları olarak belirlenmiş.Araştırmacılar, araştırma amacının dışına çıkmamak için AKP yanlısı ya da cemaat bağlantısı olan meslek kuruluşları ve odalarla görüşmediklerini belirtmekteler. Kısaca, CHP’ye yakın, laiklik konusunda yüksek duyarlılığa sahip kişilerle görüşmeler yapılarak, bunların algılamalarından hareketle din ve muhafazakárlık ekseninde Anadolu’nun ‘seküler’ farklılıklara ilişkin tutumu incelenmiş.
Teyakkuz hali
Ulaşılan sonuçlar kısaca iki noktada özetlenebilir. Birincisi, çalışılan on iki Anadolu ilinde ve İstanbul’un iki ilçesinde toplumsal düzeyde laik kesimlere karşı hoşgörüsüzlük giderek yaygınlaşmakta ve laik kesim ötekileştirilmektedir. Söz konusu il ve ilçelerde kadının kamusal alandaki dışlanmışlığının yanı sıra, burada yaşayanların üniversite öğrencilerini, Alevileri, gayri Müslim azınlıkları, Kürtleri ve Çingeneleri dışlayıcı tutumlarından hareketle böyle bir sonuca ulaşılmıştır. İkincisi de, AKP iktidarındaki kadrolaşma, partiye bağlı belediyelerin başta içki yasağı olmak üzere yürüttükleri politikalar ve AKP bağlantılı cemaat faaliyetleri Türkiye’nin laiklik zeminini daraltmakta, bu da laik kimliğe sahip kişiler üzerinde baskıya yol açmaktadır. Bu iki genel tespitten hareketle araştırmanın ileri sürdüğü tezlerden biri, ‘Anadolu’da eskiden var olan hoşgörü ve toleransın giderek yok olmaya’ yüz tuttuğu; bir diğeri de AKP iktidarı ve ona yakın cemaat sarmalına alınmış olan bu kentlerde dinselliğin ve muhafazakarlığın giderek yaygınlaştığı şeklindedir. Araştırmacılara göre söz konusu tolerans eksikliğinin gelişmesinde ikincisinin önemli bir payı bulunmaktadır.
Türkiye’nin siyasal yapısını çalışan bir sosyolog ve siyaset bilimci olarak bu araştırmaya birkaç noktada itirazım var. Birincisi araştırmanın örneklemiyle ilgili. Yukarıda belirtildiği gibi araştırma, CHP tandanslı olan kurumlarda bu partiye yakın kişiler üzerinde yapılmıştır. Araştırmacılar, araştırma örneklemini sosyal araştırmalarda geçerli olan purposive sampling (amaçlı örneklem) yöntemini kullanarak yaptıklarını belirtmektedirler. Sosyal bilimler alanında genelde dışlanmışlar, marjinaller ya da aşırı tutuma sahip olanlar üzerinde yapılan araştırmalarda araştırmacının inisiyatifine bağlı olarak belirlenecek örneklem seçiminde bu teknik kullanılabilmektedir. Ancak bu teknikle seçilen örneklemden hareketle bir genelleme yapılamaz. Bu yöntemle, belli karakterde örneklem seçimi yaptığımız için en fazla yapılacak şey, grubun geliştirdiği reaksiyonu, davranışı ve tutumu anlamaya çalışmaktır. Toplumun onu nasıl bir algılamaya ittiğini anlamaya çalışırız; ancak onun merceğinden hareketle toplumu büsbütün olarak anlayamaya çalışmayız. Oysa araştırmada, belli özellikler taşıyan bir grubun gözlem ve algılamalarından hareketle bir bütün olarak Anadolu hakkında genellemeler yapılmaktadır.
Gergin Türkiye tablosu
İkinci olarak, araştırma kapsamına alınan örneklem, son yıllarda laiklik/şeriat ekseninde sürdürülen tartışmalar ve hatta çatışmalar ekseninde aşırı biçimde uyarılmış ve hassaslaşmış bir gruptur. Bildiğimiz gibi Türkiye çok gergin bir süreçten geçerek Temmuz 2007 genel seçimlerini yapmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimini gerçekleştirmiştir. Bu seçim öncesinde değişik illerde gerçekleştirilen Cumhuriyet mitingleri ile CHP’nin AKP’ye karşı uyandırdığı aşırı teyakkuz halinin kendi tabanını ne kadar hassaslaştırdığını tahmin etmek mümkündür. Türkiye bu süreçte neredeyse bir meydan muharebesi yaşadı. Bu muharebenin tozunun ve dumanının hala devam etmekte olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. CHP liderinin başlattığı kavgacı ve ayrışmacı siyasetin her iki tarafta da ‘rasyonel’ davranış kalıplarını yok ettiğini Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle Türkiye çok iyi gördü. CHP ne yazık ki zehir zemberek bir söylem üzerinden genel olarak Türkiye’de, ama özel olarak da kendi tabanında kin, öfke, nefret, güvensizlik ve ötekine kuşkuyla bakma kaygısını derinleştirdi ve pekiştirdi.
Araştırma tam da bu kaygının devam ettiği tozlu ve dumanlı ortamda aşırı teyakkuz haline geçmiş, hassaslaşmış bir kitle üzerinde, Aralık 2007-Temmuz 2008 tarihleri arasında yapılmıştır. Üstelik de Anadolu’da muhafazakár özellikleriyle ön plana çıkmış bazı kentlerin yanı sıra, İstanbul’un en muhafazakár denebilecek birkaç ilçesi arasında yer alan Sultanbeyli ile Bağcılar’da gerçekleştirilmiştir. Muhafazakár özellikleriyle temayüz etmiş bu yerleşim birimlerinde kuşatılmışlık hissi yaşayan bireylerin yaşanan olayları abartılı biçimde algılamaları, hatta olmayanı varmış gibi görmeleri son derece doğal, hatta beklenen bir şeydir. Bu denli hassaslaşmış bir kitlenin algılamalarından hareketle büsbütün bir toplum okuması yapmak metodolojik açıdan doğru değildir. Aynı kitle üzerinde, sözgelimi CHP’nin iktidarda olduğu ve gerilimin olmadığı bir zamanda aynı çalışma yapılmış olsa muhtemelen çok farklı bir tablo ortaya çıkacaktır.
Münferit olaylar
Araştırmada yer alan illerin çoğunu şahsen yakından biliyorum, bir kısmında da sosyolojik çalışmalar yaptım. Araştırmada bir deneğin anlatımlarından hareketle sözgelimi Sakarya’da bayanların mini etekli dolaşamadıkları, Trabzon’da bayanların sokakta sigara içemediği bilgisine yer verilmektedir. Otuz yıldır Sakarya’da yaşayan biri olarak bu anlatımın tümüyle yanlış olduğunu söyleyebilirim. Şayet araştırmacılar, Trabzon’u ikiye bölen ana caddede dolaşmış olsalardı, cadde üzerinde yer alan kafelerde ve hatta caddede yürürken kadınların rahatlıkla nasıl sigara içebildiklerini görebileceklerdi. Ben şahsen buna defalarca tanık oldum.
Aşırı büyük olmayan Sakarya kenti bugün 50 bini aşkın öğrenciyi barındıran bir kent haline gelmiştir. Sakarya’nın on beş yirmi yıl öncesini bugünle karşılaştırdığımda inanılmaz değişikliği bir sosyolog olarak gördüğümü söyleyebilirim. Öğrenciler beraberlerinde getirdikleri eğlence ve kültür merkezleriyle şehrin havasını büyük ölçüde değiştirmişler.
Anadolu modernleşiyor
Aynı şeyin Konya, Kayseri, Denizli ve araştırmacıların ifade ettikleri gibi Eskişehir için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. 1984 yılında başlayan öğrencilik yıllarımdan beri bir ayağım Kayseri’de. İlk kez 1985 yılında gitmiştim. O tarihlerde kentte porno filmler oynatan tek bir sinema vardı.
Bugün ise Kayseri’de her tür filmin oynandığı çok sayıda sinema, kültür merkezleri, kafe ve eğlence merkezleri gelişmiştir. Kayseri’ye en son Temmuz 2008 tarihinde bir araştırma için gittim. Sanayi ve Ticaret Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası başta olmak üzere, çok sayıda değişik duruşu ve kimliği olan sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle derinlemesine mülakatlar yaptım. Araştırmada ortaya konan Kayseri manzarasını ben bir sosyolog ve siyaset bilimci olarak şahsen görmedim. Paul Stirling’in 1950’lerden beri Kayseri’de sürdürdüğü araştırmaları esas alarak bugünkü Kayseri’ye baktığımızda inanılmaz değişimi rahatlıkla görebiliriz.
Kısaca, resme bir bütün olarak baktığımızda araştırma kapsamına alınan illerin tümünde modernleşme yönünde bir değişimin yaşandığını, bu süreçte karmaşık ilişkiler yumağının kendince bir kent yaşamını ortaya çıkardığını, bu ilişkiler yumağı içinde olumsuz bir takım algılamaların, hatta manzaraların görülmesinin her zaman mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Ancak bu algılamaların, bütünü tümüyle ve doğru olarak yansıttığını söylememiz mümkün değildir. Kavga ve gerilim ortamında aşırı teyakkuz haline geçerek ‘merceği daralmış’ gözlüklerden hareketle bir toplumun analizini sağlıklı biçimde yapamayız. Genelden hareketle bir analiz yapıldığında bunun sosyolojik olarak bizleri daha sağlıklı sonuçlara götüreceğini düşünmekteyim. Tek tek yaşanan münferit olaylar, kuşkusuz önemli olmakla birlikte, resmin tümü hakkında yeterince fikir veremezler.
Araştırmanın tartışmaya değer bulguları yok mu? Kuşkusuz var. Hem de çok önemli bulguları var. Bunlardan biri, Türk toplumundaki ‘hoşgörü’ kültürünün eksikliğidir. Ancak, gerçekten Türk toplumu evvelden çok hoşgörülü idi de son zamanlarda mı bunu kaybetti.
Ortak sorunlara dair…
Yine bir sosyolog olarak ne yazık ki bu soruya yanıtım araştırmacılar gibi net değildir. Ramazan aylarında oruç tutmama sorunu kendimi bildim bileli bu toplumun önemli sorunlarından biridir. Alevilere, Kürtlere, Çingenelere karşı derinleşmiş ön yargıların yeni olmadığını hepimiz biliyoruz. Gayri Müslim azınlıklara karşı hoşgörüsüzlük ne yazık ki bu toplumun genine işleyen marazi bir durumdur. Bu konuda belki de en toleranslı kesimin ‘cemaat’ eksenli İslami kesimler olduğunu söyleyebiliriz.
Daha birkaç gün önce CHP milletvekili Canan Arıtman’ın, Cumhurbaşkanının soyunun araştırılmasına ilişkin önerisi, Türk toplumunu sağcısıyla, solcusuyla sarmış olan marazi durumun (hastalığın) dışa vurumu değil mi? Toplumun genine işlemiş, bilinçaltına yerleşmiş olan bu marazi durumdan sadece dinsel ve muhafazakár kesimlerin sorumlu tutulması doğru değildir.
Araştırmanın bana göre kayda değer önemli bulgularından biri, bunca modernleşme çabasına rağmen deyim yerindeyse ‘kadınsız’ toplum tespitidir.
Ne yazık ki bu konu büsbütün olarak İslam dünyasının olduğu gibi, Türkiye’nin de temel sosyolojik sorunlarından biridir. Kadınlarının yüzde 18’nin okuma yazma bilmediği, siyasetinde, yerel yönetiminde, iş gücünde sembolik düzeyde kadının yer aldığı bir toplumdan söz ediyoruz.
Böyle bir toplumda ne yazık ki kadınlar hak ettiği yeri bulamadığı gibi, kamusal yaşamında da gerektiği gibi boy gösterememektedir. Ama bundan tek başına mevcut iktidarı ve onun tabanını sorumlu tutmak doğru değildir. Bu, bütün olarak Türk toplumunun sorunudur. Sağcısı ve solcusuyla, Alevi’si ve Sünni’siyle, Türk’ü ve Kürt’üyle tüm toplumun sorunudur bu.
Kaynak: Star
22 Aralık 2008, Pazartesi