Laik mahallenin “başörtüsü” baskısı

Taraf yazarı Yıldıray Oğur, Binnaz Toprak ve ekibince yapılan ve “mahalle baskısı” tartışmasını gündeme taşıyan araştırmanın eksik kalan yönüne işaret eden önemli bir araştırma yayınladı. “Mahalle baskısı resmini tamamlamak, baskıcı mahalleler arasında tercih yapmadan, baskı yapan başka mahalleleri de teşhir etmek” amacıyla yapılan ve hepsi yaşanmış gerçek olaylardan derlenen araştırmada anlatılanlar, Türkiye’de laiklik baskısıyla karşılaşan dindar-muhafazakâr insanların yaşadıkları “trajik” olayları gözler önüne seriyor. Yalnız burada trajedinin birkaç boyutu olduğunu hatırlatmakta fayda var. Çünkü bazı olaylarda, “günah işlemeyin” ile “günaha yaklaşmayın” nasihati arasındaki o ince farkın gözetilmediği kanaatindeyiz. Okuyunca daha net anlayacaksınız. “Araştırmanın amacı kesinlikle Hutu-Tutsi mücadelesine dönen Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın altına odun atmak ya da “mahalle baskısı diye bir şey yoktur, Anadolu herkesin elele dolaştığı bir Teletabiler diyarı, insanlığın son ütopyasıdır” demek değildir. Bu yüzden araştırmanın diğer mahalle araştırmalarını hükümsüzleştirmek için kullanılması yasaktır.” diyen Oğur’un yazısında geçen olaylardan başörtüsüne ilişkin olanlarını sizinle paylaşmak istedik.

Annemin Şapkası

2002 yılıydı. ODTÜ’den mezun oluyordum. Mezuniyet törenime ailem de gelmek istedi. Annem başörtülü. Türbanlı dersem daha iyi anlaşılır. Çok dindar biri değilim. Arkadaşlarım ve hocalarım annemin türbanlı olduğunu bilmiyorlar. Onlar için din, köylü, taşralı bir şey, dindarların hepsi de şeriatçı. Annemin türbanlı olduğunu görürlerse üniversitede kalıp asistan olma hayallerim suya düşer diye düşündüm. Aslında mezuniyet törenine türbanlı annelerin girmesine izin verilmiyor muydu bilmiyorum. Ama ben üzerimdeki mahalle baskısı yüzünden gelme de diyemeyeceğim annemi törenimde şapka takması için kardeşimle birlikte ikna ettim.Tören akşamüstü açık havada yapılıyordu. Güneş yoktu. Ve benim annem sırf üzerimdeki mahalle baskılarının yarattığı endişe ve aşağılık komplekslerim yüzünden binlerce kişi içinde o şapkayla oturmak zorunda kaldı. Bu konuyu daha sonra hiç konuşmadık. Ama ben ömrümün sonuna kadar o mezuniyet fotoğraflarına baktıkça hem kendimden utanacağım hem de yaşadığım ülkeden…

Sivil Toplum Linci

Geçen hafta demokrat bir sivil toplum kuruluşunun düzenlediği, “İnanç, Düşünce ve İfade Özgürlüğü” başlıklı foruma, farklı grup ve inançlardan 10 kişi ile birlikte, başörtüsü mücadelesi veren bir STK adına ben de davetliydim. İnanç ve düşünce özgürlüğü üstüne bir konuşma yaptım. Daha sonra kürsüye, hakkında 301 davaları olan bir yazar çıktı. Bağırarak yaptığı konuşmasının pek çok yerinde adımı vererek, yüzüme bakıp, parmak sallayarak, “Amerika’ya herkes hayır der, asıl AB’ye hayır diyemeyenden bir iş çıkmaz”, “İnanç dogmadır, ifade hürriyeti ile bağdaşmaz” gibi sözler söyledi, İslam ile ilgili ileri geri ifadeler kullandı. Çok alkış alıp yerine oturdu. Adımı on defadan fazla zikrettiği bu sunuma salonda benden başka biri cevap verir diye bekledim. Baktım olmuyor, söz alıp “herkesin saçmalama hakkı vardır, saygı duyuyorum” deyip yerime oturdu. Tabii bu cümleyi duyan bu kişi ayağa fırlayıp söz aldı ve yine bana dönüp “… hanım daha genç, büyüyünce beni anlar, saçlarını açsa daha iyi anlar” diyerek sözlerini bitirdi. Salondan bir alkış daha alıp oturdu… Bana da salonu terk etmek düştü.

Çocuğum ihbarcı

Ben bir yüzbaşıyım. Eşim başörtülü. Yeni atandığım yerde komutan eşiyle birlikte ziyaretimize geldi. Bunun ne anlama geldiğini bildiğimiz için eşim peruk taktı. Ama üç yaşındaki kızımın memleketin bu durumlarından haberi yoktu tabii. Tam yemeği kazasız belasız bitirip oturuyorduk ki kızım içerdeki başörtülerden birini alıp “anne taksana bunu” diye annesinin kucağına bıraktı. Yetmedi. Yere o başörtüsünü serip komutanın şaşkın bakışları altında namaz kılar gibi hareketler yapmaya başladı. Tabii kıpkırmızı olduk. Eşim “babaannesinden gördü galiba” gibi bir şeyler geveledi ama herhalde mesele anlaşıldı. Ben de baktım ki böyle numaralarla olmayacak, ordudan erken emekli oldum.

Beyaz yakalı faşizmi

Bir bankada çalışıyorum. Sekiz yıllık iş arkadaşlarım ablamın başörtülü olduğunu hala bilmiyor. Karısı başörtülü olanlar eşlerini mümkün olduğunca saklıyor. Taraf okuduğum için sürekli tacizle karşılaşıyorum. Asıl kötü olanı yıllık izinim olduğu halde anlayacaklar diye Hrant Dink’in cenazesine katılamadım.10 Kasım saat dokuzu beş geçe ofisin içinde ayağa kalkmayanın ise vay haline…

O ev tutuldu

Mühendis bir çiftiz. Eşim başörtülü. Eşimle birlikte bir hafta sonu yine ev ararken Ümraniye’de bir sitenin girişinde sahibinden kiralık ilanını gördük. Apartman yöneticisi olan kadınla konuştuk. Kadın bize “daire tutuldu” dedi. Ben şüphelenip “peki neden kâğıdı kaldırmadınız” deyince, “az önce tutuldu” deyiverdi. “Tamam” deyip eve döndük. Kadının hallerinden şüphelenmiştim. Kâğıttaki numarayı tekrar arayıp aynı evi sordum. Bu kez aynı kadın bana evin özelliklerini saymaya başladı. “Ben az önce gelen eşi başörtülü kişiyim. Yaptığınız ayıp değil mi” deyince de telefonu yüzüme kapattı.

Yemekteyiz

Bodrum-Türkbükü. Eylül 2008. Ramazan ayı. Bir otelde yapılan düğüne davetliydik. Başörtülü eşim ve çocuğumla gittik. Biz sorun etmeyip içki içilen masalarda oturduk, bu sırada 60 yaşlarında zengin bir işadamı, sıradan bir başörtüsü takan eşime “Sen yakında çarşaf da giyersin” deyiverdi.

Laik kurtarılmış bölge

2007’in ekim ayıydı. Okuldan iki başörtülü arkadaşım ile birlikte Rumeli Caddesi’nden Osmanbey’e doğruyürüyorduk. Arkamızdan “cıkkk cıkkk” diye bir ses geldi ve 50 yaşlarında bir kadın başladı bize doğru söylenmeye “Siz her şeyi biliyorsunuz da bir yolda yürümeyi mi bilmiyorsunuz, bu ülkeyi siz bu hale getirdiniz, Nişantaşı’nı kirletmeyin, bari burası temiz kalsın.”

Kaynak: Taraf

 

Bir cevap yazın