Dünden bugüne başörtüsü mücadelesi

FIRAT TOPRAK / Yakın geçmişimizin en yakıcı, en kapsamlı sorunlarından birisi hiç şüphesiz başörtüsü sorunudur. Türk modernleşme projesinin, Kemalist devrimlerin, rejim kavgalarının hâsılı inanç temelli çatışmaların kilitlendiği kavram olarak başörtüsünü görmek abartı sayılmaz.

Gerçekten de son dönem siyasi gerilimlerinin hatırı sayılır bir bölümünün başörtüsü üzerinden yürütüldüğü ehlince teslim edilen bir hakikattir Buradan hareketle Başörtü mücadelesinin arka planında bir dünya görüşü, bir medeniyet çatışması olduğu sonucuna varılabilir.

Türk Modernleşmesi ile temelde ailenin çözülmesi, kadının sosyal hayatın her alanında sınırsız bir şekilde yer alması, ahlaki dejenerasyonun teşviki İslami taleplerin minimize edilmesi ile birleşince birkaç kuşağı içine alan bir sosyal travmanın yaşanmasına neden olmuştur.

Kırdan kente göç ile tarıma dayalı geleneksel yapının aşınma sürecine girildiği gözlenmektedir. Pozitivist-kapitalist yaklaşıma göre geleneksel yapı bozumu, aydınlanma ve üretim- tüketim ilişkileriyle paralellik taşımakta, sürecin sonucunda din kurumu ortadan kalkmakta veya bireysel bir tercihe indirgenmektedir. Bu öngörünün Türkiye şartlarında gerçekleşmediği kent yaşamıyla beraber yeni bir dindar sınıfın teşekkül ettiği gözlenmiştir. Bu yeni sınıfın yaşam tarzında modern izler taşıması egemenler açısından bir anlam ifade etmemektedir. .Resmi ideolojinin tornasından geçen iki kuşağa rağmen egemenler İslam’ın hayattan kovulmasını başaramamışlar aksine 20. yy’nin son çeyreğindeki İslami yükselişi engelleyememişlerdir.

Öze ( Kuran ve Sünnete ) dönüş, İslam’ın hayatın tüm alanlarına rengini vermesi vb. talepler çatışmanın arka planını oluşturmaktadır.

Türkiye’de başörtü sorununun 1960’larda Hatice BABACAN adındaki bir öğrencinin üniversiteden atılmasıyla başladığına yönelik genel bir kabul vardır. Lakin sorunun cumhuriyetin kuruluş yıllarına belki de daha öncelere uzanan yönüne vurgu yapmak önem taşımaktadır. Seküler elitler eliyle başlatılan İslam’ın hayattan kovulması hiç olmazsa azaltılması manasına gelen Türk Modernleşmesinin kadın ve tesettür üzerinden yürüttüğü mücadelenin tarihi hayli erkendir. Lakin Başörtüsünün Siyasal simge olarak hedefe oturtulması ve kapsamlı bir mücadelenin öznesi kılınması 20. yy’ın son çeyreğine tekabül etmektedir.

90’lara gelindiğinde Afgan cihadı, İran İslam devrimi ve Filistin İntifadası gibi dış faktörler ile çokta sistematik olmayan çalışmaların heyecanıyla hızlı bir İslamlaşma yaşanmaktadır. Egemenlerin köksüzlüğü yükselen İslami siyasi talepleri ciddi bir beka sorunu olarak algılamış, irtica – şeriat propagandasıyla marjinalleştirme çabasına girmiştir.

Erbakan hükümetiyle beraber yaşanan 28 Şubat post modern darbesi Başörtü mücadelesinde bir dönüm noktasıdır. Merve KAVAKÇI ‘ ya mecliste haddinin bildirilmesi siyasi tarihte olduğu kadar toplumsal hafızada da yer etmiş olmalı ki halkımız ilk seçimde Başörtü düşmanı darbecileri tasfiye etmiştir. Yine bu süreçte yaşanan protestolar toplumsal muhalefet misyonunu Müslümanlara kazandırmış, Elele eylemi milyonları sokağa dökerek tarihin en büyük sivil itaatsizlik eylemi olarak kayıtlara geçmiştir.

Sivil ve askeri bürokrasi Başörtüsünü İslami Siyasi taleplerin dalgalanan sancağı olarak değerlendirmiş, yasak konusunda sistematik bir kararlılığı sürdürmüştür. Bununla beraber meşruiyet oluşturma gayesiyle Başörtüsü – Türban ayrımına gitmiştir. Ananelerin Başörtüsüne değil Siyasal türbana karşı olduklarını vurgulaya gelmişlerdir. Lakin asker cenazelerinde oluşan tablo bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Bir diğer yasak gerekçesi olarak ileri sürülen Kamusal alan safsatası ise cumhurbaşkanlığı seçiminde iflas etmiştir. Fakat ehlileştirilmiş bir iktidar eliyle İslami devlet vb. siyasi taleplerinden vazgeçmiş bir ılımlı İslamcılık şekillendirildi. Böylece İslamcılık sisteme entegre edilerek iddiasından uzaklaştırıldı. Ak Parti hükümetine yönelik oluşan hak ve özgürlüklerin genişletilmesine dair beklentiler hep ertelenmekte, şu an için ise sivil anayasa çalışmalarına yönlendirilmektedir.

Sivil anayasa taslağı ise birçok konuda cesur açılımlar içermekle beraber Başörtüsü konusunda nihai çözümü sağlamaktan uzak görünüyor. Hizmet alan – Hizmet veren ayrımı sadece geçici bir çözüm olarak tribüne oynandığını ihsas ettirmektedir. Başörtüsü % 2 ‘nin sorunudur diyen bir Başbakan yardımcısı ile Başörtülü bir kızın ödül törenine çıkarılmasını içine sindiremeyen ve görevliler hakkında soruşturma açan bir milli eğitim bakanına sahip iktidardan daha fazla ne beklenebilir. Ak Parti iktidarının soruna sadece liberal özgürlükler alanından bakıyor olması ayrı bir tartışma konusu.

Üniversitelerde sorunun çözümü elbette ki önemli bir kazanım. Fakat sorunu tamamen çözüme kavuşturmayan bir yaklaşım daima eleştirimizin muhatabı olacaktır. Soruna yönelik gerçekçi bir çözüm arayışından öte çözüyormuş gibi yapıldığı izlenimi uyandıran davranışlara karşı ilkeli bir muhalefet yürütmek ibadi sorumluluklarımızdandır.

Müslümanların zihinsel serüvenini Başörtüsü mücadelesinden izleyebilmek mümkündür. İlk dönem yaklaşım tarzı ile hâlihazırdaki algı biçimlerinin mukayesesi İslamcılığın Türkiye serencamı hakkında önemli veriler ihtiva etmektedir.

Zaman zaman iç siyasi hesapların sorun üzerinden yürütüldüğü gerçeği ile yüzleşmek durumundayız. Bununla beraber istenmeyen mecralara yönlendirilmeye çalışılsa da yakın tarihimizden ve meşruiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Başörtüsü mücadelesi Türkiye İslami Hareketi üzerinde belirleyici olduğu gibi Türkiye’deki İnsan Hak ve Özgürlükleri mücadelesi açısından da belirleyici olmuştur.

Diğer bir veçheden olaya baktığımızda Müslümanların sorun ile imtihanında farklılıklar göze çarpmaktadır. Klasik cemaat ve tarikatların yaklaşımı beklenen bir refleksle Başörtüsünün teferruatlığı üzerine odaklanmaktaydı. Direniş anarşiydi ve (teslimiyetten çok da farklı olmayan bir) sabır gerekliydi. Dahası başımızda zalim de olsa itaat edilmeliydi. Rüzgârda dik durmak riskli ve bedel gerektirirdi. İyisi mi eğilip rüzgârın dinmesini beklemek daha mantıklı (faydacı ) ydı. Ama fırtına uzayınca eğilmek karaktere dönüşüyordu. Zorunluluk karşısında başvurulan bir ruhsat derecesine bile yükselemiyordu. Malum çevrelerden zaman zaman başörtü mücadelesini takbih eden sesler bile duyuluyordu.

Daha özele geldiğimizde durumun yukarıdaki tablodan da eşedd olduğu görülmektedir. Sorunun birincil muhataplarının ekserisi mücadelenin hararetinin yükseldiği anlarda yenilgi psikolojisini içselleştirmiş, eylemliliklerin çözüm olmadığı propagandasıyla menfi bir düzleme kaydıkları görülmüştür. Yine bu düzlemde kızların üniversite eğitiminin niçinliği, baş açmanın ve peruk, bone vb. ara formüllerin hukukiliği tartışılarak muhalefet enerjisi hedef saptırılarak tüketilmiştir. Daha vahimi olayın sadece başörtüsü mücadelesinde yöntem tartışmasının ötesinde İslami kimlik ve kişilikte aşınma, zihniyet karmaşası, fikri dönüşüm ve dünyevileşme boyutlarını kazanmasıydı.

Tesettür defileleri özelinde yaşadığımız setretmenin modaya, sadeliğin şatafata ve magazine evirildiği konjonktürü mücadelenin kültürel boyutu olarak değerlendirebiliriz. Başörtüsünün içinin boşaltılmasına dönük toplum mühendisliği her dönemde medya üzerinden profesyonelce yürütülmüştür. İslami çevrelerin bu tür toplum mühendisliklerinin ne kadar farkında olunduğu tartışılabilir.

Öyle veya böyle bir mücadele kendi geleneğini tüm acılarına rağmen şekillendirirken çeşitli eleştirilerin de muhatabı oldu. Kimlik erozyonuna uğrayanların eleştirileri elbette ki değerlendirme dışıdır. İslami kimliği yük olarak görenlerin, tüm zamanların adamlarının kıymet-i harbiyesinin olmayacağı aşikârdır. Eylemlilikleri marjinal birkaç grubun ego tatmini şeklinde küçümseyen yaklaşımları da bu tür eleştirilerden kabul etmek durumundayız. Genelde çözüm üretemeyen ve mücadele riskini göğüsleyemeyenlerin erteleme yoluna başvurduklarını süreç içinde müşahede ettik. Fikren devrimci nicelerinin fiilen statükocu oldukları da süreçte müşahede edilen hususlardandı.

İslami Muhalefet inisiyatifinin koordinesizliği ve sıkıntıları, uzun soluklu nitelikli bir karakter kazanamaması, önderlik yetersizliği hep egemenlerin hanesine artı olarak kaydedilmiştir. Sürecin tahlilinde ve kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerin oluşturulamaması üzerinde durmak gerekir ki elan platformlar düzeyinde sürdürülen mücadelenin de benzeri açmazları mevcuttur. Her ne kadar koordinasyon sıkıntısı nispeten giderilmiş, uzun soluklu bir yürüyüşün temelleri atılmışsa da kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerin şekillenmediğini görüyoruz.

Başörtüsü mücadelesinin halen; algı düzeyi, duruşa bağlı olarak bakış açısındaki farklılaşmalar, kullanılan üslup ve mücadelenin bırakın toplum katmanlarına genişletilmesi sorunun muhataplarının katılımının sağlanamaması, mücadeleye dair içeriden yapılmış akademik-istatistik çalışmaların yok denecek kadar az olması vb. illetlerle malul olması sahada umut bahşeden bir pratiğin olduğu gerçeğini yadsımamaktadır.

Kendi meşruiyetini inşa eden, bağımsız İslami bir dil, bir inisiyatif oluşturan, bir kuşağı eğiten, olgunlaştıran, zulme karşı mücadele adına tarihe kayıt düşen, birliktelik bilincini oluşturan bir pratikten bahsediyoruz. Ülkemizin sosyo-politik şartları dikkate alındığında anılan pratiğin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Yapılması gereken bu pratiğin olgunlaştırılarak tüm alanlara teşmili, ilkesel zeminin netleştirilerek halka iyi anlatılmasıdır. Yine kuşatıcı bir perspektif eksikliğine değinmeden geçemeyeceğiz.

Yanlışların tashihi, eksiklerin giderilmesi adına ortak aklın işletilmesinin önemine vurgu yapmak gerekiyor. Tabi ki bundan önce ortak aklın işletilmesi usulü üzerinde kafa yormak icap ediyor. Her şeye rağmen insanlığın vicdanını temsil sorumluluğuyla, inançla, kararlılıkla, safları daha bir sıkılaştırarak yürüyüşümüzü sürdürmek gerekiyor.

Zor zamanda mücadele onurunu yaşayanlara bin selam.

One thought on “Dünden bugüne başörtüsü mücadelesi

  • “Müslümanların zihinsel serüvenini Başörtüsü mücadelesinden izleyebilmek mümkündür”
    aslında başlıbaşına meselenin çerçevesini çizen bir ifade…

    “Başörtüsü ” Türkiye müslümanları açısından gerçekten “Furkan” dır.
    ak ile karayı ortaya çıkarmış, bizleri çapımız ve niteliğimizle yüzleştirmiş ve sahici adımlar atmaya (yada sahici ihanetlere) zorlamıştır.
    Fırat ağabeyin ve sitedeki tüm emeğin düşünsel mesaimizi olgunlaştırmaya ve pratiği teoriye dönüştürmeye dönük çabası desteklenerek ve çoğaltılarak devam ettirilmelidir.şimdi her zamankinden çok konuşmalı tartışmalı ve yazmalıyız….

Bir cevap yazın