Susurluk’tan Ergenekon’a: Tetikler ve tetikçiler
ALİ BAYRAMOĞLU / Bir itirafçının söylediklerine güvenilir mi? Özellikle bu itirafçı, PKK sonrası JİTEM elemanlığı yapmışsa? Son günlerde bu tür anlamsız bir mantık üzerinden mantık yürütüyoruz Türkiye’de… Bu soru ve mantık, emekli Albay Abdülkerim Kırca’nın evindeki intiharı üzerine gündeme geldi. Kırca, bilinen bir isim. Cem Ersever’den sonra JİTEM’in grup komutanlığını yapmıştı. Daha sonra bir çatışmada yaralanmış, felç olmuş ve emekli edilmişti. Devlet kendisine madalya vermişti.Ancak sorun o ki Kırca, Türk yargısında JİTEM hakkında açılmış tek davanın, JİTEM’in reddedilen varlığını kanıtlayan tek yargı sürecinin baş sanığıydı.
Hakkındaki suçlama ağırdı: Toplam 12 faili meçhul cinayet; kimilerini düzenlemek, kimilerini doğrudan işlemek…
Kırca hakkındaki iddiaları yargı ciddiye almıştı. Malum; gerek JİTEM gerekse JİTEM’de görev yapan kişiler yıllarca koruma altında tutuldu. Silahlı Kuvvetler bu konuda ve ilgili kişiler hakkında soruşturma izni vermedi.
Emekli Tümgeneral Erdal Şener, bir dönemin, daha doğrusu 28 Şubat’ın Genelkurmay adli müşaviri bu konuyu tümüyle kapatacak bir hukuki red yöntemi bulmuştu…
Ancak zaman geçtikçe dengeler değişti…
Dava, önce Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyordu. Ancak mahkeme, savcının esas hakkındaki mütalaası doğrultusunda görevsizlik kararı vererek dosyayı 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi’ne göndermişti. Askerî mahkeme ise sanıkların askerî personel olup olmadıklarını Jandarma Genel Komutanlığı’na sormuştu.
Jandarma, mahkemeye gönderdiği 20 Ekim 2006 tarihli cevapta, cinayet ve bombalama gibi çok sayıda suçtan yargılanan ve JİTEM elemanı olduğu iddia edilen 5 sanığın askerî personel olduğunu açıkladı. Açıkçası, JİTEM’in varlığını kabul etti…Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanı Tuğgeneral Vahdettin Bereceli imzalı belgede, Adil Timurtaş ve Recep Tiril’in işçi, Ali Ozansoy, Abdulkadir Aygan ve Fethi Çetin’in ise memur olarak Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı bünyesinde çalıştıkları belirtildi.
Bu isimler arasından biri, Abdulkadir Aygan, yurtdışında bulunuyor, gıyabında yargılanıyordu.
Aygan, daha önce bir kitap yazmış ve itiraflarda bulunmuştu.
Bu kitabı yayımlanmasından sonra çok önemli bir gelişme olmuştu.
Bakın nasıl?
Abdülkadir Aygan, itirafnamesinde kayıp sekiz kişinin öldürülmesinin yanı sıra dört cinayetle ilgili olarak emekli Albay Abdülkerim Kırca’yı suçluyordu. Bu kişiler arasında Murat Aslan da vardı. Murat Aslan, 1994 yılında bir gün evinden çıkmış ve geri dönmemişti.
Aygan’ın itiraflarına göre Aslan, Kırca’nın emriyle kendisi ve bir grup itirafçı tarafından kaçırılmıştı. 7. Kolordu içinde ve JİTEM’e ait olduğu belirtilen yerde sorgulanmıştı. Ve infaz edilmişti. Aslan, infaz edildikten sonra Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir köyde toprağa gömülmüştü.
Aygan, doğru mu söylüyordu?
Bir itirafçıya, bu kişi bir de JİTEM elemanlığı yapmışsa, inanılır mıydı?
Soru elbet meşru…
Ancak Aygan’ın bir TV programında verdiği yer tarifi üzerine baba İzettin Aslan harekete geçmiş, savcılığın izniyle yapılan kazıda kemikler bulunmuştu… Adli Tıp ise kemiklerin ‘kayıp’ Murat Aslan’a ait olduğunu belirlemişti…
İşte böyle…
Söz konusu karanlık yapılar, gayrimeşru ilişki ve politikalar olunca kimlik, kişilik, itiraf arasındaki ilişkiler bir anda değişebiliyordu.
Ölümün her türlüsü acıdır.
Ama burada sorun ölüm, intihar ve bunun arkasında yatan asli neden değil.
Sorun, intihardan sonra yukarıdaki dosyanın politik olarak örtülme çabasıdır. Bunun en tipik örneği Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın hakkındaki ithamları bildikleri hâlde Kırca’nın cenazesinde yer almaları ve “mesaj” vermeye çalışmalarıdır.
Bu, talihsiz bir durumdur…
Aygan, geçenlerde bir gazeteye verdiği demeçte Ergenekon Davası’nda tutuklanan kimi subayların karıştıkları eylemleri ve bunlarla ilgili mezar yerlerini gösterebileceğini söylemişti…
Ya doğruysa?
Ya doğru çıkarsa?
Susurluk raporunun şu satırlarını hatırlamakta fayda var:
“İnfaz grubu ibaresi kanaatimizce birçok olayın düğüm noktasıdır. ‘İnfaz grubu’na kim emir verebilir? Böyle bir grubu kimler kurabilir? Devlette bu yetki olacaksa sistem nasıl işleyecektir? Ve hangi amaçla bu sistem çalıştırılacaktır? OHAL bölgesinde bu karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına, çok daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı’nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi bu adam öldürmedeki keyfiliği de bir noktaya kadar önlemiştir…”
Evet, her şey mümkün olabilir…
Kaynak: Aksiyon