İslam Düşüncesi Üzerine

İslam düşüncesi üzerine düşünme ve konuşma evvelemirde İslam, düşünce ve İslam düşüncesinden anlaşılanı gündeme getirir. Farklı yaklaşımlar ve tarifler olmakla beraber İslam’ın son ilahi din, Düşünceninde insan, hayat, olaylar ve kâinat üzerinde bir zihni etkinlik olduğunu söyleyebiliriz.

Buradan hareketle İslam Düşüncesini İslami perspektiften kalkışla insan, hayat, kâinat ve olaylar üzerine odaklanmış zihni etkinlik olarak anlayabiliriz. İslam son din olmak bakımından mütekâmil, ilahi vahiy eksenli kıyamete kadar ben-i âdeme kifayet edecek şekilde tanzim edilmiştir.

İslam Düşüncesi ise temelde bir insani etkinlik olarak insanın dinden anladığı bağlamında değerlendirilmelidir. Yani insanın ufku ile mukayyet ve zaaflarıyla maluldur. Bundan dolayı da sorgulanabilir, geliştirilebilir mahiyettedir.

Son asırda İslamcılık adı altında ümmetin içinde bulunduğu kaostan kurtuluşu bağlamında yoğunlaşan düşünsel etkinlikler tahlili zorunlu kılan süreçler ile devam ede gelmektedir.

Öze dönüş anlamında Kur’an ve sünnet vurgusu, geleneksel dindarlığın sorgulanması, taklitten tahkike geçiş, nassların anlaşılmasında aklın merkezi rolü vb. özellikler İslam Düşüncesinin temel vasıfları olarak öne çıkmaktadırlar.

Kuran ve Sünnete dönüş vurgusunun sıklıkla tekrarlanan ama zemini oluşturulamamış, gereğince tartışılamamış bir slogan düzeyinde kaldığını görüyoruz. Bununla beraber insanların dinin asli kaynaklarıyla yüzleşmesini sağlayan bu yaklaşım usuli eksikliklerine rağmen oldukça önemli bir fonksiyon icra etmiştir.

Geleneksel dindarlık hayata ve hadisata cevap veremediğinden içe dönük, savunmacı reflekslerle hareket eden bir karakter arz etmektedir. Tekâmül ve dönüşüm kavrayamadığından her yeniyi kendisinden sakınılması gereken bir yozlaşma faktörü olarak kabul etmektedir. Yine mezhepli olmak ile mezhepçi olmak ayrımını ıskalamakta, tarihsel süreçte şekillenen mezhepleri kutsallaştırmaktadır. İçtihat kapısının kapalı olduğunu varsayan geleneksel dindarlık, aksini kabul etme durumunda bile içtihat şartlarını insan takatini aşacak derecede ağırlaştırarak fiilen kapıyı kapatmaktadır. İçtihadın yok sayılması donukluğu beraberinde getirmiş, bu sebeple içinden çıkılamaz durumlarla karşılaşılmış, bu ise oryantalist söyleme İslam’ın tarihselliğiyle ilgili materyal temini sonucunu doğurmuştur.

İçtihat kapısının kapatılmasının veya şartlarının ağırlaştırılmasının yol açtığı sorunun vahameti kadar büyük bir başka sorun ise içtihat şartlarını neredeyse yok sayarak tabiri caizse işi ayağa düşürmektir. Ehliyet şartlarıyla meşrut bir ameliyenin her kişi ve zemine müsait olduğu algısının en basitinden fikri bir kaos ve trajikomik bir sonuca sebebiyet verdiği yaşanarak görülmüştür.

Nassların anlaşılmasında aklın rolüne dair tartışmayı vahyi zeminden uzaklaşmadan yürütmemiz gerekmektedir. Pozitivizmin putlaştırdığı ration’dan değil, Kuran ile yolunu bulmuş münevver akıldan ve bu aklın etkinliğinden bahsetmeliyiz. Mucizenin aklileştirilmesine, imkân bulunmayan durumlarda ise inkârına dönük çabalar bugün Mutezileye rahmet okutacak bir mecrada akmaktadır.

Nassların anlaşılmasında aklı devre dışı bırakan, küçümseyen, kötüleyen katı nakilci yaklaşımın da aşılması zorunluluğu ortadadır.Şeri maksatlar çerçevesinde akli faaliyetin yürütülmesi olarak metin tenkidi, metnin makul olması prensibi, hükmün illetlerinin tespiti v.b. zikredilmesi gereken hususlardandır.

Kimi çevrelerde geleneksel dindarlığın sorgulanması toptancı bir reddiyeye dönüşerek, toptancı bir kabul karşılığı olarak ifrat-tefrit uçlarını şekillendirmiştir. İslam dışı din ve düşünceler içerisindeki hikmeti dahi vahyi ölçüler süzgeciyle beraber içselleştirmeyi salık veren bir dinin kendi tarihi sürecinde şekillendirdiği muhteşem medeniyet tecrübesini ihtiva ettiği kısmi yanlışlarından dolayı toptancı bir reddiyeye feda etmeyeceği aşikârdır.

Olması gereken sağlam bir fikri zemin üzerinde ve komplekssiz bir yaklaşımla geleneği tahlil etmek, örfün sahihi ile fasidini ayırmak, savunmacı reflekslerden olduğu kadar ezber bozma adına zorlama tevillerden de sakınmaktır.

Yine geleneksel dindarlığın devleti ve otoriteyi kutsama temayülü, bunun tezahürü olarak devlet başkanı- halifeyi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi kabul etmesi İslam düşünce mekteplerinin muhalefetini celbetmiştir. Otoritenin esas, tebaanın kul kabul edilmesi paradoksal biçimde günümüz seküler ulus devletinde devam ede gelmektedir. Oysaki İslami dünya görüşüne göre aslolan insandır. Devlet dahi insan için vardır. Bir devletin varlığının ve meşruiyetinin öncelikli şartı tüm boyutlarıyla adaletin ikamesidir.

Bu çerçevede devletin ideolojiden arındırılması ve hukuk ile kayıt altına alınması tartışmaları öneminden hiçbir şey kaybetmeksizin devam etmektedir. Bu tartışmalar kimilerince İslam düşünce akımlarının siyasal taleplerinin tekâmülü olarak kabul edilirken kimilerince ılımlı İslam projelerine teşne bir tereddi olarak değerlendirilmektedir. Yine bu bağlamda siyasal talepler, yöntem, sistem içi araçların kullanımı, şiddet ve mantığı değişik boyutlarıyla tartışılmaya devam etmektedir. Zaman ve mekân dolayımında fıkhın değişkenliği çerçevesinde bu tartışmalar anlam kazanmaktadır.

Kavmiyetçiliğin yükselmesiyle çözülen ümmetin sosyo-politik varlığının mümin zihin ve yüreklerde yeniden inşa çabası son dönem İslam düşüncesinin hayati meselelerindendir. Müslüman halkların yaşadığı mağduriyetin yol açtığı dayanışma duygusu, ulus devletin aşındığı bu vasatta kardeşlik ve adalet temelinde birlikte yaşama modelinin oluşturulması için tarihi bir imkân sunmaktadır. Bu modelin ütopik bir faraziye olmadığı tarihsel süreçte pratik olarak ispatlandığı gibi günümüz şartlarında da gerçekleştirilmesi pekala mümkündür.

İslamcılığın şekillendiği zamandan bu yana hassaten son çeyrek asırda işgal zulüm ve sömürü karşıtı bir siyasal dil ve duruşu alamet-i farika olarak görmekteyiz. Son derece anlaşılabilir olan bu antiemperyalist dil ve duruşun entelektüel arka plandan mahrum salt slogandan ibaret olduğu iddiası kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Devingen, üretken, dünyanın tüm mirasıyla yüzleşebilecek bir özgüven sahibi olan İslam düşünce mektepleri insanlığın vicdanı olma misyonunu ifade etmektedirler. Lakin bu misyonun gerektirdiği teori ve pratik açısından sıkıntılarla yüzyüzedirler. Çoğu kez el yordamıyla ilmik ilmik örülen bir teorik zemini ve deneme-yanılma yöntemiyle oluşturulan bir pratiği gözlemliyoruz.

İnsan hak ve özgürlüklerine vurgu, vahşi kapitalizmin tüketim kültürsüzlüğüne esaslı muhalefet, materyalizmin ruhsuzluğuna mukabil ahlak ve mana çağrısı düşünce dünyamızın köşe taşlarını oluşturmaktadır.

Tevhidin ferdi, içtimai ve kozmik boyutlarıyla uyumlu, adalet eksenli bir dünyanın kurulabileceğinin ve bu günle mukayese edilemeyecek derecede daha insanca bir hayatın mümkün olduğunun adı olan İslam Düşüncesi her şeye rağmen devinimini sürdürmeye devam etmektedir.

One thought on “İslam Düşüncesi Üzerine

  • yazıda da ifade edildiği gibi islamcılığı salt batı karşıtı tepkiselliğe indirgenmesi doğru bir tutum değil. tarih boyunca ıslah ve ihya hareketlerinin her dönem var olduğunu, genel anlamda aynı iddiaları taşıdığını ve benzer argümanları kullandığı görülecektir.

    türkiye’de islamcı oluşumların karşımıza çıkan temel çelişkiler üzerinden yeni bir hareketi inşa etme kararlılığını sergilemesi elzemdir…

Bir cevap yazın