Bir kavga: Hükûmet ile merkez medya…
ALİ BAYRAMOĞLU / Cumhuriyet’in başından bu yana, devlet kaynaklı modernleşme modeli ve aktörleri, ödevleri, hakları, tavırları, yaşam biçimiyle sıkı sıkıya tanımladıkları “Türk-laik yurttaş” kimliği dışında kalan tüm kimlik ve taleplere ve sahiplerine merkezkaç güçler olarak bakmıştır.
Toplumdaki tüm aracı aktörler ve kurumları bu resmî kimlik projesini gerçekleştirebilecek işlevlerle şekillendirmiştir.
Bu resmî kimlik çerçevesinde yaratılmaya çalışılan resmî “insan” Türk modernizasyon projesinin temel taşıyıcısı olmuştur.
Bu da bir Türkiye resmidir, üstelik kuvvetli bir Türkiye resmidir.
Bugün yaşanan kutuplaşmanın, örneğin merkez medya hükûmet kavgasının bu resimle yakından ilgisi vardır. Hâlâ merkezkaç güçleri temsil ettiği düşünülen, hırpalanan bir hükûmet… Karşısında devletin bakışını taşıyan merkez medya…
Merkez meydanın 2007 baharından bu yana her aşamada varlığına kastettiği ve boğmaya çalıştığı bir hükûmet… Buna karşın elinde tüm güçle merkez medyanın boğazına yapışan bir siyasi iktidar…
Sorun aslında varoluş meselesiyle, yaşam alanlarıyla ilgili…
Toplumu görmeden, merkez medyanın ve devletin hâlâ çevre muamelesi yaptığı merkezleşmiş kesimleri fark etmeden Türkiye’nin yol alması pek mümkün görünmüyor.
Geriye dönük kısa bir tur bunu kanıtlamaya yeter de artar…
1980’ler:
Yaşam biçimleri, talepleri ve varlıklarıyla siyasi, ekonomik ve kültürel sistemin reddettiği merkezkaç güçler, sisteme dahil olmak, yani taleplerinin gerçekleşmesini sağlamak için uzun süre merkez sağ ve sol partilere yaklaşmışlar, ekonomiden inançlara tüm kaynakların dağıtımını denetimi altında tutan, meşrutiyetini ve gücünü kapalı bir rant mekanizması oluşturmasından alan siyasal karar mekanizmasına bu yolla ulaşmaya çalışmışlardı.
Yanıt alamadılar…
Bu çerçevede merkez sağ ve sol partiler merkezkaç talepleri devletin tanımladığı ve kontrol ettiği özel mekânlara hapsetmeye zorlandılar.
1990’lar:
Türk siyasal yaşamı merkezkaç güçlerin taleplerini gerçekleştirme çabalarıyla, merkezin bunları bazen doğrudan bazen ehlileştirerek bastırma çabası arasındaki gerilimden şekillenmeye başladı.
Sonuç hem merkez sağ hem merkez solun kimlik partileri üretmesi oldu…
Daha doğrusu merkez sağ ve solun erimesi oldu…
Oluşan boşluğu AK Parti doldurdu 2002 yılında. Ancak sistemin gözünde AK Parti ne tam bir kimlik partisi ne tam tam olarak eski merkez sağ ve sol partileri andıran bir yapı oldu. Politikaları merkeze oturdu ama kimliği ve simgeleri hâlâ çevre kokusu vermeye devam etti…
Bugün yaşanan krizin bu yönünü hafife almamak gerekir.
Kriz sadece rant ve güce dayalı bir alan kontrolü kavgası değil, aynı zamanda simgesel bir kavgadır…
Simgeselliğin temelinde yukarıda altını çizdiğimiz “resmî kimliğin” tekabül ettiği demokrasi anlayışı yatar, güdük ve sınırlı bir demokrasi anlayışı…
Dinî ve etnik farklılıklara ve değerlere özel mekânlar ve özel yaşamlar çerçevesinde özgürlük tanınması, bu anlayışın en temel unsurudur .
Bu çerçevede Türk demokrasisinin gösterdiği terakki, özel mekânların kamusallaşması ya da en azından çoğalması şeklinde değil, özel mekânlar ve dünyalar çerçevesinde ifade edilebilecek değerler ve farklılıkların sayısının artmasıyla ölçülmüştür…
Siyasi partiler de bu sayı artışını sağladıkları oranda demokrat olmuşlardır.
Başka bir deyişle, merkez güç-merkezkaç güç çatışması, özel yaşamların ve yerel-kültürel kimliklerin özel yaşamlara hapsedildiği, kamu yaşamının ise siyasal merkez tarafından belirlendiği bir yapılanmayı ifade eder.
Bu yapılanma, özel alanla kamu alanını birbirinden sıkı sıkıya ayıran, ancak ayırırken kamu sahasını; “yerel değer karşıtı evrensel değerlerle” ahlakileştiren bir ikilik üzerine oturur.
Merkez medya ve iktidar arasındaki çatışma bu temele oturuyor. Merkez medya, sistemin merkezini devletin ideolojisi temsil ettikçe dolaylı bir aktör hâline geliyor ve iktidarla, hatta siyasetle ön safta çarpışıyor.
Soruyu yanlış yere soruyor, yanlış yerde ısrar ediyor kimileri…
Sorun siyasi iktidarda, siyasi partilerde değil, merkez medyanın temsil ettiği bu anlayıştadır.
Bu anlayışın temel kurum ve aktörlerindedir.
Merkez medya bu aktörlerden birisi olmayı sürdürdükçe ne olup biteni anlayabilir, ne toplumu kavrayabilir…
Toplumu kavramadıkça, toplum nezdinde bir çatışma nesnesi ve zorun temsilcisi olmaktan öteye gidemez…
Dünya değişir, Tükiye değişir, siyasi akımlar değişirken, merkez medyanın değişmemesi hem ona hem bu ülkeye yönelik en büyük tehlikelerden birisidir.
Kaynak: Aksiyon