Türkiye’de darbeler istisna değil, kuraldır!
28 Şubat darbesini “post-modern” olarak niteleyenlere Fikret Başkaya itiraz ediyor ve “Bu bilinçli olarak yapılan ideolojik manipülasyondan başka birşey değil. Ya darbedir ya da değildir. Darbe demek iktidardaki veya iktidar olduğu varsayılan bir hükümeti devirmek, yerine yenisini ikâme etmekse ki, öyledir 28 Şubat darbesi de diğerleri gibi bir darbeydi. Önemli olan müdahalenin kendisidir. Darbelerin modalitesi değişebilir.” diyerek darbenin adının doğru koyulmasına itiraz ediyor. Analitik Bakış’tan Engin Dinç’in 28 Şubat darbe süreciyle ilgili sorularını cevaplayan Fikret Başkaya, darbenin hedefiyle ilgili ise şu yorumu yapıyor: “”Ayak takımını” iktidardan uzak tutmak. “Memleketin sahipleri” statülerinin, ayrıcalıklarının tehlikede olduğunu düşündüklerinde bir darbe tezgahlayarak, “burası bizden sorulur’ demek istiyorlar. Bu vesileyle unutulmaması gereken birşey var TC’nin niteliği göz önüne alındığında, Türkiye’de darbeler istisna değil, kuraldır. Başka türlü ifade etmek gerekirse, darbeler sisteme içkindir, yani onda mündemiçtir…” Türkiye’deki reel iktidar odağını “asıl devlet partisi” olarak niteleyen Başkaya, “28 Şubat darbesinin asıl nedeni asıl devlet partisinin kerhen desteklediği bir hükümetten kurtulma girişimiydi ama asıl amaç hükümeti değiştirmekten çok asıl devlet partisinin konumunu, statüsünü ve ayrıcalıklarını güvence altına almak takviye etmekti.” yorumunu yapıyor.Ergenekon: Devlet derinde değil
Fikret Başkaya, Ergenekon davasını ise şöyle değerlendiriyor: “Ergenekon veya adı ne olursa olsun, bu tür örgütlenmeler yeni değil. Bunların kökenini XIX’uncu yüzyılın son çeyreğine kadar gerilerde aramak gerekir. İttihad ve Terakki Cemiyeti ve daha öncesinden beri böyle bir gelenek oluşmuş durumda. Ben buna iktidar ikiliği durumu diyorum ve Ergenekon tipi örgütleri de asıl devlet partisi dediğim gerçek iktidar odağının araçları olarak görüyorum. Dolayısıyla Ergenekon ve benzerleri ne Raison d’état ile [ devletin yüksek çıkarları için yasa ve ahlak dışı işlere girişme] ne de Gladio denilenle açıklanamaz. Türkiye’deki durum bu ikisinin ötesinde yapısal nitelikte ve süreklilik arzeden bir durumdur. Bütün bu süreç boyunca görünen iktidar/gerçek iktidar ikiliği söz konusuydu. Mesela İttihad ve Terakki Cemiyeti 1908’de bir darbeyle Padişah II. Abdülhamid’i devirdiği halde, iktidarı denetler duruma geldiği halde, gizli örgüt olarak kalmayı yeğledi… En azından “merkez-i umumisi” gizliliğini sürdürdü. Bu basit bir ayrıntı, önemsiz birşey değildir. Bu tür yönetim, olumsuzluğu görünen iktidara fatura etmek imkânı da veriyor.
Ebedî Şef Mustafa Kemal’in ve Milli Şef İsmet İnönü’nün tek parti diktatörlüğü dönemi olan 1923-1950 aralığında devlet/hükümet/parti özdeşliği, değilse içiçeliği söz konusu olduğu için ayrım önemli değildi ama 1950 sonrasında yeniden önem kazandı zira ayak takımı olarak gördükleri halk yığınları sınırlı da olsa sürece dahil olmuştu. Darbeler doğrudan asıl devlet partisi dediğim dar ekibin bir marifeti olarak gündeme geliyor. Bu dün öyleydi, bu gün de değişen birşey yok. Asıl devlet partisi bürokrasiyi denetleyip yönlendirerek ülkeyi yönetiyor bu yüzden derin devlet nitelemesi uygun değil. Zira devlet derinde değil. Batı Çalışma Grubu ve daha niceleri asıl devlet partisinin eseri olan yapılanmalar. Onun için Türkiye’deki rejimi gerçekten anlamak istiyorsanız, resmi tarih, resmi ideoloji dışı ve Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmadan da arınmış bir yaklaşıma ihtiyacınız var. Aksi halde oyuncuların oyununa gelmek kaçınılmaz.”
Askeri vesayet sürüyor
Askerin sistemi belirlemedeki öneminin asıl 12 Eylül döneminde arttığını söyleyen Fikret Başkaya, vesayetçi anlayışın devam ettiğini şöyle açıklıyor: “Türkiye’de darbelerin, askerî müdahalelerin artık bittiğini söylemek abestir. Sözünü ettiğim ikili yapı yerli yerinde duruyor. Kaldı ki, müdahale tankların sokaklarda dolaşmasından ibaret değil. Müdahale kaldığı yerden devam ediyor, askerî vesayet sistemi de… Uzağa gitmeye gerek yok, daha bir kaç gün once Genelkurmay DTP başkanının Meclis Gurubundaki konuşmasıyla ilgili bildiri yayınlamadı mı?” Başkaya’ya göre askeri vesayetin bitmesi için iki şart var: “1- Anti-militarist bir bilinç ve mücadele; 2.Yyüzyıllık devlet anlayışının ve devlet/toplum ilişkisinin değişikliğe uğraması gerekiyor. Bu da militarizmle sorunu olan örgütlü sol muhalefetin yapabileceği bir şey…” Elbette kendi ideolojisi bağlamındaki çözüm önerilerine diyecek yok, lakin Türkiye’de militarizmle mücadeleyi sadece sol düşünceye has görmemek lazım. Nitekim Türkiye’de henüz örgütlenme meselesini aşamasa da, muhalif bilinci yükselen İslamcılığı unutmamak gerekiyor.
Platform Haber