20 yıl önceydi…

Başörtüsü yasağı tarihi açısından 7 Mart 1989 önemli bir tarih. Bundan tam 20 yıl önce, darbeci sistemi muhafaza etmek için ihdas edilen Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül darbesini yapan ve o dönem Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Kenan Evren’in başvurusu üzerine YÖK Yasası’na ek madde getiren 3511 sayılı yasanın 2’inci maddesini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmişti. O yasada ise şöyle yazıyordu: “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” Evren, ilgili değişikliğin Anayasa’nın başlangıç kısmına aykırılığı nedeniyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvururken “Sadece İslâmi kurallara göre kadınlar için örtünme (tesettür) hususları göz önüne alınarak, dinî inanç yönünden Yükseköğretim Kurumlarında öğretim yapan bayan öğrencilere eşitlik ve genellik ilkelerini de aşarak lâikliğe aykırı bir biçimde imtiyaz tanınmaktadır” diyordu. Başlangıç kısmından kasıt ise “Atatürk inkılâp ve ilkelerine bağlılık” ilkesiydi. Kararda “Atatürkçü lâiklik anlayışı” da “çağdaş giyimi benimseyen, kapalı yerlerde başın örtülmemesini ve kapalı tutulmamasını öngören bir düşünce biçimi” olarak ortaya koyuluyordu.

Karara dayanak olan yorum
Karardaki dayanaklardan biri de Danıştay 8’inci Dairenin 1984’de aldığı bir karardı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde bir öğrencinin başörtülü gelmesi nedeniyle bir ay süreyle üniversiteye devamdan yasaklanmasına ilişkin işleme karşı açılan davayı idari mahkemenin reddetmesiyle karar temyize gitmiş ve inceleme sonucunda şu yorumu yapıyordu: “Yeterli öğretim görmemiş bazı kızlarımız hiç bir özel düşünceleri olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin gelenek ve göreneklerinin etkisi altında başlarını örtmektedirler. Ancak bu konuda, kendi toplumsal çevrelerinin baskısına veya gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf lâik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kaçtın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin Temel İlkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir. Davacı yükseköğretim düzeyinde eğitim gördüğüne “göre bu ilkelerin Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve korunmasındaki önemini bilmesi gerekmektedir.”

Mesele hukuki değil siyasi
Bu sığ yoruma bakınca yasal bir dayanak bulunamayan yasağa nasıl yalan dayanaklar üretildiğini görülüyor. Mahalle baskısı tartışmalarını hatırlatan ifadelere yer verilen kararın hukuki bir metin olduğu söylenemez. Kemalist ideolojinin başörtüsü meselesi üzerinden dini ve İslami hayat tarzını baskı altına alma girişiminin açık bir ifadesidir ve bu bağlamda tamamen siyasi bir karardır. Yıllardır sorunu hukuki olarak aşmaya çalışanların atladığı husus da burasıdır. Ortada hukuki değil toplumsal, siyasi bir mesele vardır ve toplumsal/siyasal mücadele vermeden yasağın kalkacağını düşünmek yanıltıcıdır. 411 oya rağmen AYM’nin iptal edebilmesi de bu durumun son örneği sayılabilir. AYM, darbe anayasasını delerek aldığı karar ile başörtüsünün yasak olduğunu duyurabilmiştir ama bilindiği gibi AYM’nin teknik olarak yasa koyuculuğu yoktur. İşte bu sebeple AYM’nin yorumunu yasağa yasal dayanak sayarak başörtüsü yasağı uygulayanlar, hukuki olarak suç işlemektedir. Fakat yukarıda belirttiğimiz gibi burada mesele yasağın hukuka değil darbeci bir ideolojiye yaslanmasıdır ve 12 Eylül/28 Şubat zihniyetiyle yüzleşmeden, hesaplaşmadan yasağın hukuki boyutunu tartışmak zaman kaybıdır.

Platform Haber

Bir cevap yazın