Kamulaştırılmış çocuklar…

SİBEL ERASLAN / Herkesin dilinde bir tür övünç, bir tür duruş haklılığı haline geldi. Dillerde pelesenk: “ben bir liberalim” diye başlıyor konuşanlar. Solcusu, Sağcısı, Milliyetçisi ve dahi İslâmcısıyla bu kadar aynı anda ve bu kadar kalabalık bir liberal koroyla karşılaşmamıştır tarih. Herkes için yapıp eyleye geldiğini bir tür haklılaştırma, bir tür gerekçelendirme yolu olsa da ciddi zihin karışıklığına yol açıyor bu her derde deva iksir…

Ne ki; siyasetten magazine olabildiğince kullanışlı bu kavram, her ne hikmetse ciddi bir devlet denetiminde yol alıyor. Devlet desteği ile modalaşıyor. Ağızlarını her açışta liberalleşmeyi demokrasi ile eşdeğer olarak lanse eden siyasetçilerin sıra mesela eğitime geldiğinde ne anladıklarını tam olarak anlamış değiliz. Eğitimde liberalleşmeyi pahalı özel okul ve özel üniversitelerin açılmasından ibaret olarak algılayan zihniyet, bir taraftan da parası olmayanları daha sıkı bir devletleştirmeye, kamulaştırmaya devam ediyor…
Nasıl mı?

Ana sınıfına altı yaşında alınan çocuklarımız, on sekiz yaşında lise mezunu oluyorlardı. Milli Eğitim’in son projelerinden birisi olarak, ana sınıfı yaşının beş yaşa indirilmesine dair teklifler insanı hayrete düşürecek cinsten. İlk bakışta, çalışan ebeveynlerin çocuk bakımı yükünü hafifletecek bir sosyal adalet girişimi gibi dursa da bir hesap yapalım çocuklarımız üzerinden… Beş yaşında eğitime alınan çocuklar, on sekizine kadar devlet eğitiminden geçiyorlar. Lisede hazırlık sınıfı okuyan çocuklarımız için mezuniyet yaşı ise on dokuza dayanıyor. Kaba taslak bir hesaba göre; beş yaşında okullara verdiğimiz çocuklar on dokuzlarına kadar devlet eğitimi basamaklarından geçiyorlar…

Eğitim ve eğitime yönelik fırsat ve erişim eşitliği, sosyal devletin en başlıca ödevlerindendir elbette. Fakat bu sosyal görevin nasıl yerine getirildiği-getirileceği konusu, sadece devlet tüzel kişiliğinin değil bizzat gerçek kişilerin de ana mevzularındandır. Devletin görevi, kişilerin hakları ile karşılaştığında, gerçek kişilerin talepleri doğrultusunda bir hizmet görülmüyorsa, bahsettiğimiz mevzu bir hak olmaktan çıkar. Kişilerin eğitim hukukundan değil, kişilerin eğitim zorunluluğundan bahsederiz o eşikten sonra. Yasal bir yaptırıma dönüşmüş haliyle eğitim, devletin verdiği hizmet görevi olmaktan çıkıp, vatandaşın tabi tutulduğu zorunlu bir “vatandaş yaratım projesi”ne dönüşme tehlikesini yaşar…

Eğitim ve okullaşma, “uluslaştırma projeleri”nin en başat elemanlarıdır. Ulus ülküsüne dayalı nüfusu yapılandırmanın yolu, küçük yaştan başlayacak ve mümkünse ölünceye kadar devam edecek eğitimle can bulur. Otomat gibi bir örnekleştirilmiş, adeta sanayi yapımı bir plastikleşme sürecinden geçirilmiş gençlik, bir anlamda ailelerinden, öznel kişiliklerinden de koparılmış, vazgeçirilmiş kullanışlı bir kitle haline gelecektir eğitim vasıtasıyla… Eğitimin kamusallaşmış bir el koyma yöntemiyle, hijyenik vatandaşlar var etmeye dair bu girişiminde, adeta bir sosyal mühendislik gibi işlediği, elbette gözlerden kaçmıyor…

Tüm dünyada ev içine ve kişiselleşmeye doğru yol alan eğitimin, her şey liberalleşirken tam aksi bir hızda ve keyfiyette bu şekilde merkezileşmesi kimseyi şaşırtmıyor mu?

Arsa kamulaştırılır, tarla kamulaştırılır, bina kamulaştırılır ve biz gerçek kişiler zaman zaman bundan rahatsız olur ve davalar açarız da… Sıra çocuklarımıza geldiğindeyse, yaşadığımız bu zihinsel kamulaştırma, bizi nedense hiç rahatsız etmez. Sonrasında da neşeli bir koro eşliğinde mankeninden başörtülüsüne, siyasetçisinden marketçisine kadar ağız birliği ederek, her cümlenin başına: “Ben liberalim kardeşim”i koyarız. “İkna Odası” haline getirilmiş bir ülkede hepimiz aynı anlamsız pankartı taşıyoruz oysa: “HEPİMİZ LİBERALİZ”…

Kaynak: Vakit

Bir cevap yazın