Zulmü yapan, kılıfını hazırlar

Hürriyet gazetesi, geçtiğimiz günlerde, son günlerin gündemdeki ismi Türkan Saylan’la gerçekleştirilen bir röportaja sayfalarında yer verdi. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındığı için, kimi çevrelerin yoğun ilgi gösterdiği Türkan Saylan, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Yalnızca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin başkanı olarak değil, siyasi faaliyetleriyle de tanınıyor. Son olarak Cumhuriyet mitingleriyle gündeme gelen Saylan, 28 Şubat sürecinde etkin rol oynayan aktörlerden biri olarak biliniyor. Özellikle İstanbul Üniversitesi’nde yürüttüğü faaliyetler, o dönemde epey tartışılmıştı. Hatırlanacağı üzere, 28 Şubat sürecinin köşe taşlarından biri olan başörtüsü yasakları, ilk defa İstanbul Üniversitesi’nde uygulamaya konulmuştu. O günlerde Türkan Saylan adı, dönemin İstanbul Üniversitesi rektör yardımcısı Nur Serter’le birlikte kurdukları “ikna odaları” sebebiyle bir hayli duyulmuştu. İlköğretimden, yüksek öğretime henüz geçmiş başörtülü genç kızların, kameralar eşliğinde adeta sorgulandığı ve ikna adı altında başörtülerini açmaya zorlandıkları bu odalarda gerek Saylan, gerekse Serter bizzat bulunmuşlar ve “ikna” çalışmalarını başından sonuna dek yürütmüşlerdi. O dönemde, her iki isim de, kendilerine bu konuda soru soran gazetecilere, bu çocukların zorla örtüldüğünü ve aslında onlara kötülük değil, iyilik yaptıklarını savunarak, o odalarda yaşananları meşrulaştırma yoluna gitmişlerdi. Dönemin rektör yardımcısı Nur Serter’e katıldığı bir televizyon programında, başörtüsünü açmadığı için eğitim hakları ellerinden alınan genç kızlarla ilgili ne düşündüğü sorulduğunda, geçtiğimiz günlerde, farklı bir söyleyişle bir kez daha işittiğimiz bir cümleyle karşılık vermişti: “İkna odalarında başlarını açmayanlar zaten militan.”

Bu sözler, Türkan Saylan’la yapılan, yukarıda sözünü ettiğimiz röportajın belki de en tartışmalı cümlesiyle neredeyse bire bir aynı. Söz konusu röportajda, kendisine, “Genç kızlar bu mesele yüzünden üniversiteye gidemiyorlar diye üzüldüğünüz, bunun haksızlık olduğunu düşündüğünüz olmuyor mu?” diye soran gazeteciye, “Asla. O kızları militan yapıyorlar.” şeklinde cevap veren Saylan’ın bu sözleri, şaşırtıcı bir zihniyet devamlılığının ipuçlarını ele veriyor. Zira sonraki yıllarda yapılan çalışmalarla, bir psikolojik işkence metodu olarak tasnif edilerek, işkence literatüründe yerini alacak olan “ikna odaları”nın mimarlarından Türkan Saylan’ın, açık bir haksızlığı savunmak için, on yıl önce de aynen kullanılan bir tanımlamaya başvurması anlamlı bir mesajı bünyesinde barındırıyor. Bu sözlerden hareket ederek, Türkan Saylan’ın da bilinçli yahut bilinçsiz olarak paylaştığı bir zihni pozisyon alışın analizi yapmak mümkün.

Bu analizi yapmak için öncelikle, başörtüsü yasaklarının, muhatapları üzerinde yarattığı etkiye daha yakından bakmak faydalı olacak. Zira başörtüsü yasaklarını yalnızca siyasi bir düşüncenin dışa vurulması olarak değil, aynı zamanda bir birey yahut kitle üzerinde sistematik bir güç gösterisi olarak da anlamak mümkün. Çünkü böylesi bir yasak, buna muhatap olan bireylerin istisnasız her birinde, değersizlik ve aşağılanma hislerinin oluşmasına neden oluyor. Açık bir ayrımcılık ve insan onurunun hiçe sayılması şeklinde yürütülen söz konusu sürecin muhataplarının, gerek psikolojik düzeyde, gerekse toplumsal düzeyde ciddi sıkıntılar yaşamaları bu durumun en açık göstergesi. İnançlarıyla, yasalar yahut yerleşik düzen arasında tercih yapmak zorunda bırakılan insanların durumlarını meşrulaştırmak ise, bu türden yasakların uygulayıcıları ve savunucuları için bir hayli zor. Bu nedenle tıpkı yukarıda bahsi geçen örnekte olduğu gibi, bu yasağa muhatap olan ve bu yasak yüzünden acı çeken insanların, “insan” olma durumları gözlerden saklanmaya çalışılıyor. Bu anlayış gereğince yasağın muhatapları, birer insan olarak değil birer militan olarak görülüyor. Hal böyle olunca, “militanlar”ın yasak nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılara katlanmaları doğal bir hal alıyor. Hatta ortaya çıkan sonuçların, bu “militanlar”ın kendi suçları olduğu, yasağın da yasalara uygun olduğu her defasında vurgulanıyor.

Bu anlayış ve meşrulaştırma yöntemi tarihin şahitlik ettiği bütün baskıcı rejimlerde aynen tekrarlanan bir anlayış. Yakın döneme damgasını vuran Güney Afrika’daki Apartheid rejimini savunan subayların da, işkence ettikleri yerli halktan insanları, insan olarak tanımlamadıkları, onların her birinin birer terörist olduğunu düşündükleri, bilinen bir gerçek. İşin ilginç yanı, bu işkenceci subaylar da, yaptıkları bütün eylemlerin yasalara uygun olduğunu ve emirler doğrultusunda hareket ettiklerini iddia etmişler, bu vahşi yerlilerin kendi kendilerini yönetmelerine izin vermeyerek, onlara aslında iyilik yaptıklarını iddia etmişlerdir.

Yine Hitler Almanya’sında, Yahudileri kitleler halinde öldüren ve işkenceden geçiren Naziler, Yahudilerin insan olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiş, onları aşağılık ve düzen bozucu bir millet ve bazen de hayvanlardan bile daha aşağı bir tür olarak toptan tanımlayarak, katliamlarını meşru bir zemine oturtmaya çalışmışlardır. Burada benzer bir nokta, emirleri uygulayan subayların, esasen yasalara uygun olarak hareket etmiş ve yalnızca kendilerine verilen emirleri yerine getirmiş olmalarıdır.

Ne var ki, insani olmayan bu uygulamaların hiç birisinde uygulayıcılar, karşılarındakilerin sıradan insanlar olmadığı, yasalara uydukları ve emirlere itaat ettikleri türünden mazeretlerin arkasına saklanamamışlar, tarih ve vicdanlar karşısında suçlu damgasını yemekten kurtulamamışlardır.

Örnekleri çoğaltmak mümkünse de tekrarlanan tema değişmiyor. Zulmü insan fıtratı kabul etmiyor. Zulüm yapmak sırası geldiğinde, zalim bile arkasına sığınabileceği, kendisiyle vicdanının sesini bastırabileceği mazeretlerin peşine düşüyor. Zulüm ettiği kah militan, kah terörist, kah köktenci, kah başka bir şey oluyor. Oluyor olmasına da, zulüm payidar oluyor mu? Kendilerine zulüm yapıldığını düşünerek seslerini yükseltenlerin, kendi yaptıkları zulümlere kılıf bulmaya çabalamadan önce, bu soruya bir cevap vermesi gerekiyor belki de.

Kaynak: Fatmanur Altun, Dünya Bülteni

Bir cevap yazın