Feda bilinci ve yakınlık

FIRAT TOPRAK

‘Rabbin için namaz kıl ve kurban kes'(108/2)

İnsanoğlunun yeryüzü serüveni ile birlikte hayata, olaylara, buraya ve öteye dair arayışı da başlamış oluyordu. Soru ve sorunlarına yönelik bu arayışı O’nu kimi zaman felsefi- ideolojik disiplinlere, kimi zaman kendi elleriyle düzüp uydurduğu pagan- beşeri dinlere, kimi zamanda Peygamberler aracılığıyla talim ettiği vahyin hayat bahşeden aydınlığına ulaştırıyordu.

Temelde iyi- kötü, doğru- yanlış ve güzel- çirkine ait değerlendirmeler her iddia sahibi din ve disiplinin konusu olmaktadır. Her din ve disiplin bağlılarından bir değerler silsilesine inanmasını ve bu dünya görüşü istikametinde bir pratiği çeşitli düzeylerde gerçekleştirmesini ister.

Bir amaç uğrunda bir değer veya varlıktan vazgeçme olarak algılayabileceğimiz feda olgusu insani var oluşun bir tezahürü olarak her zaman ve zeminde görülmüştür/görülmektedir/görülecektir.

İnancın ispatı sadedinde en önemli ölçü olarak da inananın bu uğurda verebildiği, yapabildiği ve terk edebildiğidir aslında. İnancın bir iddia olduğu hatırlanacak olursa müminin ancak feda boyutuyla inancına ve sahibine yakınlık kesbedileceği daha iyi anlaşılır. Halin kale takaddümü başka nasıl izah edilebilir ki. Yine kişinin ayinesi olarak işinin alınması ve sözüne itibar edilmemesi bu hakikatin başka bir ifadesidir.

Yani Feda edebilmek edilecek ne varsa,

Nazarımızda kıymeti olan her şeyi

Bir yüce amaç için.

İslami dünya görüşü mümini zor bir görev için hazırlama amacıyla köklü bir değerler eğitiminden geçirmeyi ve bu eğitimi pratiklerle somutlaştırmayı gaye edinmiştir. Bütün diğer pratikler bir yana hususen kurban ibadetinin ihtiva ettiği feda ve yakınlığın manası üzerinde durulması gerekir. Evvela Kurbanın Allah’a yaklaşmak kök anlamına vurgu yapmak önem arz etmektedir. Makalenin konusu kurbanın fıkhi boyutu değil, bir hadiste onunla nefsinizi tezkiye edin şeklinde vurgulanan manevi boyutudur. Tüm ibadetlerde olduğu gibi şekil- muhteva dengesini gözeterek ulviyet menzillerine varmaktır aslolan. Bir kulluk ritüeli olan kurban ibadeti çok boyutlu manalar ihtiva etmektedir. Sevgi temelinden hareketle söylenecek olan sevenin Sevgiliye kurban olması metafizik/aşkın bir yakınlığa/kurbiyyete talip olmasıdır. Kurban ibadeti ile kurban edilen insani zaaf ve eğilimlerdir. Yine kurbanın hamd, şükür ve dua vechelerinin önemi izahtan varestedir.

Kul ile Rabb arasındaki ilişki statik değildir. Bilakis bu ilişkide masiyet ve kebair ile zayıflık ve mecazen bir uzaklık hâsıl olurken, taat ve ibadet ile bir yakınlık hâsıl olur. Tasavvuf literatüründe seyr ilallah (Allah’a yönelme) kavramsallaştırılmasında ifadesini bulan bu yürüyüş salikin kat etmesi gereken yolu anlatır. Lakin seyrü sülük sonunda varılması gereken nihai mertebe Fenafillah ( Allah’ta fani olma ) değil Hz. Peygamberin diliyle Ben-i Ademin ulaşacağı en yüce mertebe olan Kulluktur. Yani yürüyüşün hedefi ontolojik farklılığı izale ederek yeni bir varoluş düzlemine ulaşma değil kulluğun itmamını/ kemalini temin ile insan-ı kâmil olmadır.

Mümin Allah’a yakın / karib olmak için insana süslü kılınan imtihan unsurlarından geçebilmelidir. En sevdiğinizden vermedikçe iyiliğe eremezsiniz emr-i ilahisi bu yakıcı gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bahse konu olan sadece vermek değil en’leri verebilmektir. Bundan dolayıdır ki Habil- Kabil kıssasında en iyiyi veren Habil’in kurbanı kabul görmüştür.

Bütün dini kaynaklarda geçtiği üzere Hz. İbrahim’in en sevdiği biricik oğlu İsmail’di ve O’nunla imtihan edildi. İbrahimi İbrahim yapan birçok eşsiz sahneden sadece bir tanesi oğlunu kurban etme noktasındaki tereddütsüz teslimiyetiydi. Gerçekleşen bu zirve örneklik ibadet formatında kıyamete kadar insanlığın eğitici pratiği olmaya devam edecektir.

Elbette ki kurbanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmayacaktır. Allah’a ulaşacak olan İbrahimi tanıklık ile gösterilen feda bilinci, ittika / sakınma ve O’na yakın olma maneviyatıdır, Ben Rabbime gidiyorum O beni hidayete erdirir halet-i ruhiyesidir.

Feda bilincinin gerçekleşeceği farklı boyutlarından bahsedilebilir. Mal, evlat, vakit, sosyal çevre, can vb. boyutların her biri üzerinde ayrı ayrı üzerinde durulması icap eder kuşkusuz. Tüm bunlar beni Âdem için birer fitne/imtihan vesilesi/mânia/akabe olabileceği gibi, insanı Allah’a yaklaştıran vesilelerde olabilir.

Şüphesiz fedanın en mühim boyutu nefse/cana müteallik olanıdır. İstişhad ( şehadet / şahitlik) diye tesmiye olunan eylemlilikler feda bilinci ile Allah’a yakın olmanın bütün zamanlardaki en müşahhas örnekleridirler. Bu dünyacı, insanı, hazlarını ve faydayı merkeze alan materyalist zihniyetin feda eylemini / eylemcisini anlamlandırmada zorluk çekmesi doğaldır. Oryantalizmin rehberliğindeki sosyal bilimler istişhad olgusuna dair psikolojik ( sorunlu birey ), iktisadi ( fakirlik) ve sosyal ( çevreye uyum vb. problemler) tezler üretedursun; hadisenin iman temelini ıskalayan her tespit teori düzeyini aşamayacaktır. Feda eylemcisinin kalbinin derinliklerindeki yangınların izini sürebilmek dile gelemeyen tecrübelerin yaşanabilmesiyle mümkündür. Ki bu tecrübelerin nasip olduğu/ er kişinin karı olduğu ehlince müsellemdir.

Tarihe yön veren tüm şahsiyetler aynı zamanda eşsiz bir feda örnekliğidirler. Kuşkusuz İslam tarihinin sahifeleri okuyanı hayretler içerisinde bırakan feda örneklikleriyle doludur. İslam düşüncesi sayısız kâmil şahsiyetler inşa etmiş ve bu şahsiyetler eliyle adil, insanca yaşanabilir bir dünya kurarak yüzyıllarca öncülük / şahitlik misyonunu ifa etmiştir. Bugünde aynı işlevini gerçekleştirebilecek potansiyeli ihtiva etmektedir.

Hâsılı kelam öncü Kuran nesli bir feda ve/ya kurbiyyet nesli değilmiydi?

Bir cevap yazın