Mahalleler-üstü bakabilmek

Söz konusu deneyimleri beraberce yaşayan bu iki kadının adları ise “Ayşe ve Fatma”. İçinden çıktıkları kültürün kodları isimlerine kadar sirayet etmiş olsa da yaşadığı ülkenin insanlarına bu kadar yabancılaşmış bir ‘insan türü’ ancak bizim memlekette bulunur sanırım. Kaldı ki ekseriyetle “bir Kızılderili köyünü keşfe gider gibi alan çalışmalarına” koyulan sosyologlarımı zın olduğu bir ülkede gazetecilerin de böylesi yabancılaşmış bir bakış açısı ortaya koyması belki fazlaca absürd ama şaşırtıcı değil.Mahalle Baskısı Söylemi

Yeterince kavramsallaştırılmamış bir biçimde kullanıldığından içeriği kullananın keyfine göre doldurulan bir ‘boş-gösteren’ olan “mahalle baskısı” kavramı en çok başörtülü kadınlar üzerindeki devlet baskısını görünmez kılmaya ya da daha kötüsü meşru kılmaya yarıyor. Bu öyle bir devlet baskısı ki bir insanın yaşamını kendi tasarrufları dahilinde idame ettirebilmesi için elzem olan öğrenim ve çalışma hakkını elinden alıyor. Böylelikle meclis, adliye, hastane, üniversite gibi Bebek Cafe ya da Reina’dan girilmesi çok daha hayatî olan mekanlara başörtülü kadınlar için görünmez bir “girilemez” tabelası asılmış oluyor. ‘Beyaz Türk’lerimizin başörtülü kadınları ‘hayat’ın dışına atan bu yasağı şiddetle destekledikleri aşikârken bahsedildiği gibi başörtülü kadınlara sadece küçümser ve alaycı bakışlar atmakla yetinmelerini takdir mi etmeliyiz acaba? Başörtülü kadın öznelliğinin bir veçhesini anlattığını iddia eden bu yazı dizisinde söz konusu yasağın uygulandığı mekanlara uğramak bir yana yasağın tek cümleyle bahsi dahi geçmiyor. Zira Arman’ın başörtüsüne dair algısı yasağa dair algısını da ortaya koyuyor: “o herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş bez parçası”. Meğer milletimizin ‘bölünmez bütünlüğü’nü bozan başörtüsü takmakta ısrar eden kadınlarmış; aynı “ben Kürdüm” demekte ısrar edenler gibi…

Meşru Sembolik Şiddet

Aslında yazı dizisinin defaatle ikrar ettiği gerçek, kendi din anlayışları çerçevesinde giyinen insanların ve özelde başörtülü kadınların “normal/doğal olmayan, çağdışı, hastalıklı, patolojik, vb.” sıfatlar eşliğinde uygulanan sembolik şiddetin meşru nesneleri olduklarıdır. Derdim, başörtülü kadınların ne kadar estetik yoksunu olduğunu vurgulamak için hiçbir fırsatı kaçırmayan, “Amacım, kimseyi yargılamak değil” diye söze başlayıp başörtülü kadınlara “bir top kumaşa dönüyorlar” ya da “Ninja kaplumbağa” gibi ifadelerle hakaret eden yazarın tutarsızlığından bahsetmek değil. Bunlar alışıldık teraneler. Bence yazı dizisinde mezkur sembolik şiddetin meşruiyetinin en bariz biçimde ifşa edildiği kısım adeta bir fantezi mekanı olarak kurulan ‘İsmail Ağa Caddesi’ üzerine yazdıklarıdır:

“Hayatımda böyle bir şey görmedim. Aklımdan çıkmıyor. Pakistan gibiydi. Herkes cüppeli, sarıklı, sakallı… Kadınlar çarşaflı… Yolun başında, tek tük görüyorsun, sonra çoğalıyorlar, birden her taraftan siyah çarşaflı kadınlar çıkıyor. Ve arkalarından gelen cüppeli adamlar… Yanlış anlaşılmasın, kim ne isterse giysin ama orası Türkiye gibi değildi, İstanbul’da gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu, zaman sanki gerçekten durmuştu. Fatihliler için bile marjinal bir yer. Barbie bebeklerini tahrik edici bulanlar işte onlar…”

Bu paragraftaki anlatım İsmail Ağa Caddesi sakinlerini önlerine geleni “böö” diye korkutan çarşaflı ve sakallı canavarlardan müteşekkil bir korku tünelinin unsurları gibi tasvir ediyor. Doğan medyasının manşetlerinden aşina olduğumuz “Türban anayasaya sızıyor” gibi ifadelerle patolojik/a- normal bir varlık olarak görülen bu insanlara ‘çoğalıyorlar’ ibaresiyle atfedilen de kurtulunması gereken birer ‘hastalıklı hücre’ muamelesinden farklı değildir. Yıllardır bu minvalde söylemselleştirilerek ‘zelilleştirilen’ (abject) bir topluluktan üç-beş ‘kendini bilmez’in mezkur söylemin kendilerine atfettiği ‘pislik’ imasını tam da o söylemin destekleyicisi olarak gördüğü kadınlara ‘yansıtarak’ (projection) hakaret etmesine şaşmak mı gerekir? Burada en az mezkur hakaretâmiz tavır kadar, medya araçları vasıtasıyla aşikâr bir biçimde hakaret etmenin doğallaştırılmasını/meşrulaştırılmasını problematize etmeden bu yanlış tavrın kendisi ıslah edilebilir mi? Toplumu takipçilerine ‘laik vs. dindar’ ikili karşıtlığı çerçevesinde adeta iki kabileden müteşekkilmiş gibi algılatan Doğan Medya’sının böyle bir derdi olmadığı açıktır. Bu soru, ülkemizdeki aslî çatışma mecrası olan ‘sivil vs. askeri iktidar’ ikiliğini örtbas etmek için ‘toplumsal kutuplaşma’ diye yutturulmaya çalışılan dolmayı yemeyenler için anlamını koruması gereken bir sorudur.

Hatice Harman ‘Karşı’ Mahalle’de

Gelin alternatif bir evren tahayyül edelim ve başörtülü kadınlara dair kanıksanmış bu sembolik şiddeti tersine çevirelim. Alternatif bir evrende egemen söylemin idealize ettiği kadın tipolojisine yakın olan başörtülü bir gazeteci -adı Hatice Harman olsun- ‘laikler’in mahallesinde bir gezintiye çıksa acaba ne olurdu? Algıları ikili karşıtlıklar seviyesinde kalmış başörtülü bir gazeteci de soyunup dökünüp, mini etekle kendini ‘saha’ya atsa muhtemelen Arman’ın başörtülü Üsküdar’a geldiğinde hissettiklerini mini eteğiyle Nişantaşı’na geldiğinde hissederdi: “Her yer bize benzeyen insan dolu. Varız ama yokuz. Bütün kadınlar sarı saçlı, renkli gözlü, bronz tenli ve mini etekli.” O da muhtemelen mini eteğin insanın yürüyüşünü, oturuşunu kalkışını, kısaca bedenini kısıtlamasından; erkeklerin çoğunlukla gizlemeye çalıştıkları şehvetli bakışlarının nesnesi olmaktan duyduğu rahatsızlıktan dem vurarak şu minvalde cümleler kurardı: “Ve sizi temin ederim en büyük yalan ‘Mini etek kadınlığa vurgu yapıyor, kadının özgürleşmesini ortaya çıkarıyor…’ E bir şeyle avutacaklar kadınları! Dezavantajı o kadar fazla ki, avantajından söz edilemez bile…”.

Hülâsa, samimiyet vurgusu altında ötekileştirmek, aşağılamak, küçük görmek fazlasıyla kolay; herkesin ‘aynı’ olduğu totaliter bir toplumda yaşamak istemiyorsak zor olana talip olup, hayata mahalleler-üstü bir yerden bakabilmeli ve yaşam biçimine yakın hissetmediğimiz insanların da adil bir hayat hakkı olduğu gerçeğini teslim etmeliyiz.

* Hilal Kaplan
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans Öğrencisi

kaynak: time türk

Bir cevap yazın