Homo-İslamicus ya da gerçek burjuvamız
Türkiye, 1980’lerden, özellikle 1990’lardan bugüne büyük bir dönüşüm yaşıyor, yaşamaya devam da edecek. 1900’ün başlarında yaşanan ve imparatorluktan ulus devlete, tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine, kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçiş süreci olarak geniş bir yelpazede yaşanan ‘modern ulus inşa etme temelli moderniteye geçiş’ dönemi kadar kapsamlı ve çok-boyutlu bir toplumsal dönüşüm sürecini bugün yaşıyoruz. Bu anlamda da, bu süreci, ‘büyük dönüşüm’ olarak nitelemek, çok da abartılı olmaz.
Bu dönüşüm: (a) siyasetten ekonomiye, kültürden yaşam tarzına, bireysel tercihlerden ortak tüketim kalıplarına, kültürel farklılıkların tanınmasına dayalı kimlik taleplerinden yeni orta sınıfların doğmasına kadar uzanan büyük bir alanda kendini hissettiriyor; (b) toplumsal yaşamdan günlük yaşama kadar geniş bir mekanda önemli değişimler yaratıyor; yaşam tarzı tercihlerinden sembollere, kültürel biçimlerden kültürel simgelere, ‘kültür’ü ekonomi, siyasetin ve toplumsal olanın göbeğine yerleştiriyor. (c) Siyasetin terimlerini değiştiriyor; küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçlerini artık dış unsurlar olarak düşünemeyeceğimiz bir tarzda iç siyasetin unsurları konumuna getiriyor. Dinsel, etnik ve kültürel kimlik siyasetlerini siyasal alanın güçlü ve dönüştürücü aktörleri yapıyor.
Kentsel Türkiye
Türkiye modernleşme tarihinde çok önemli kırılma noktalarına damgasını vurmuş bazı siyasi partilerin (başta ANAP, ve belki de DP gibi) tarihten silinme noktasına gelmesine yol açarken, sosyal demokrasi ve özgürlükçü sol değerlerin siyasi aktör düzeyinde zayıflamasına neden oluyor; tepkici milliyetçilik, ulusalcılık ve muhafazakarlık gibi yeni ideolojik biçimlerin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine katkı da bulunuyor;
(d) Çok hızlı yaşanan ve toplumsal yaşamda önemli sonuçlar doğuran, genel olarak da, çarpık ve sorunlu bir kentleşme sürecini yaratıyor. Kentsel dinamizm toplumsal yaşamın temel referansları haline geliyor. Kentleşme Anadolu’nun yaşadığı dinamizmin ve dönüşümün anahtar kavramı oluyor. Tarımsal değil kentsel dönüşüm artık Türkiye’yi tanımlayan öğe. Tarımsal değil kentsel bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu özellikle ekonomik alanda çok hızlı bir toplumsal değişim yaratarak, yeni ekonomik aktörlerin, hem kurumsal hem de sınıf temelli ortaya çıkmasına ve güçlenmesine neden oluyor; böylece var olan sınıf dengelerini ve ittifaklarını değiştiriyor.
(f) Modernleşme tarihine bugüne kadar anlam vermiş ve ‘devlet seçkinleri-merkez partileri-laik orta sınıf-cumhuriyetçi vatandaşlık modeli bileşimi’nde hareket etmiş ‘merkez’ anlayışını ve bu anlayışın güç ve meşruiyet kazandığı merkez-çevre ilişkisini zayıflatırken, ‘yeni merkezler’in ortaya çıkmasına yol açıyor. Böylece, ekonomik yaşamda, bir taraftan, kurumsal kimlik ve aktör olarak güçlü TUSİAD gibi bir örgütün yanı sıra, giderek güçlenen, yaygınlaşan ve ulusal sınırların gerisine taşan MUSİAD, TUSKON, sehir ve bölge temelli hareket eden SİAD’lar, Anadolu Kaplanları, vb. aktörlerin ortaya çıktığını, diğer taraftan da, ‘yeni orta sınıf’ dediğimiz oluşumun da güçlenerek, merkez-çevre ilişkisine dayalı sınıfsal dengeleri alt üst ettiğini gözlemliyoruz.
Yaşadığımız büyük dönüşümün içerdiği özellikleri ve yarattığı değişimleri fazlalaştırabiliriz. Dahası yaşanılan dönüşümün ortaya çıkardığı belirsizlikleri, riskleri, çelişkileri ve sorunları da hesaba katan çözümlemeleri yapmalıyız, çünkü dönüşüm büyük ve kapsamlı, ama aynı zamanda sorunlu ve sonuçları belirsiz. Bugün yaşanılan siyasi ve toplumsal kutuplaşmalar, kurumsal çatışmalar, laik orta sınıf endişeleleri ve korkuları, aslında yaşadığımız dönüşümün tezahürleri, bu dönüşümün içerdiği risklere ve belirsizliğe karşı duyulan sosyal ve sınıfsal güvensizliklerin yansımaları. Türkiye’nin büyük dönüşümünü bu bağlamda da düşünmemiz gerekiyor.
Sınıfsal dengeler değişiyor
Türkiye değişiyor, sınıfsal dengeler değişiyor, siyasetin terimleri ve aktörleri değişiyor ve gelecek belirsiz. Bu belirsizliğe nasıl karşı koyacağız? Nasıl belirsizlik ve riskle algılanan bugünü ve yakın geleceği güven temelinde inşa edeceğiz? Kutuplaşma, ayrışma ve çatışmaya giden toplumsal ilişkilerde birlikte yaşama normlarını nasıl güçlendireceğiz? Bu sorular içinde yaşadığımız büyük dönüşümü düşünürken, Star Gazetesi’nde MUSİAD’ın kurucu başkanı Erol Yarar ile Fadime Özkan’ın yaptığı röportajı gördüm ve okudum (20 Temmuz 2009). Erol Yarar, ‘Türkiye’nin gerçek burjuva sınıfı biziz’ derken, bir taraftan TUSİAD’ı ve bu kurum çevresinde kümelenen geleneksel burjuva/girişimci/kapitalist/sanayici sınıfını ‘devletten nema alarak büyümekle’ eleştiriyor ve bu sınıfın doğuşunun ve gelişiminin devlet-merkezli ve devlete-bağlı olduğunu söylüyordu. Daha da önemlisi, toplum-merkezli Türkiye’nin büyük dönüşümüne ‘yeni orta sınıflar’ın yol açtığını ve bu ‘asli unsur’un ‘burjuvalaşma sürecine’ girdiğini belirtiyordu.
Yeni orta sınıf sahnede
1990’larda MUSİAD ile birlikte ‘güvene dayalı dayanışma ağı’ modeli içinde ve ağırlıklı olarak orta ve küçük işletmeler temelinde güçlenmeye başlayan ‘yeni orta sınıflar’, Yarar’a göre, ekonomik sermeyeye yavaş yavaş burjuvalılaşmaya da başlıyorlar; hem de, Türkiye’nin asli burjuvaları olarak.
Serbest pazar ile dinsel-muhafazakar-geleneksel değerleri birleştiren, bunu yaparken de küreselleşme ve Avrupalılaşma sürecine adapte olan ve bu süreçlerden kendilerine yeni ve karlı pazar bulma temelinde yararlanan yeni ekonomik aktörler, küçük ve orta işletmeler ölçeğinde başarılı oldular ve muhafazakar modernlik diyebileceğimiz yeni orta sınıf kavramını yarattılar.
Yeni orta sınıf, ağırlıklı olarak Anadolu kentlerinde ekonomik dinamizm yarattılar ve bugün Kayseri, Konya, Gaziantep, Denizli, Çorum, Eşkişehi gibi kentlerde ‘Anadolu Kaplanları’ dediğimiz oluşumu yaşam geçirdiler. Küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçlerine adapte olarak, bu kentlerde girişimcilik ve serbest pazar normaları temelinde kentsel dönüşüme katkı verdiler. Başta MUSİAD, TUSKON vb ekonomik kurumlarla, kurumsal kimlik kazandılar, böylece kendi aralarında güven ve dayanışma duyguları temelinde bir ‘organik topluluk’ kurdular. Bu bağlamda MUSİAD çok önemli bir rol oynamaktadır.
Yeni orta sınıflar, geleneksel ahlak anlayışıyla serbest pazar arasında ‘stratejik ekonomik bağ’ kurdular ve kazandılar, güçlendiler, Anadolu’ya dinamizm kazandırdılar. Erol Yarar’ın MUSİAD başkanlığı zamanında ortaya atılan ‘homo İslamicus’ kavramı, İslami normların ve değerlerin serbest pazar ve girişimcilikle uyum içinde olduğu düşüncesini meşrulaştırdı ve güçlendirdi. ‘Homo İslamicus’ kavramı, sadece ‘İslami normlar ile ekonomi-temelinde zenginleşme ve statü-temelinde güçlenme arasında zıtlık değil, aksine uyum olduğu’ düşüncesini toplum içinde yaygınlaştırmıyordu. Aynı zamanda bu ekonomik aktörlerin ekonomik olarak zenginleşen ve toıplumsal statü olarak güçlenen yeni bir orta sınıf yaratması sürecini de başlatıyordu.
Yarar’ın başkanlığındaki MUSİAD, bu bağlamda çok kilit bir rol oynamıştır. Bu oluşum, İslam’ın sadece fakirlerin, dışlanmışların, genellikle alt sınıfları değil aynı zamanda orta ve zengin sınıfları da kapsayan, toplumsal hareketlilik ve sınıf atlama olanağını yaşama geçiren bir nitelikte olduğunu ortaya çıkartıyordu.
İslami normlar ile zenginleşme-güçlenme-orta sınıflaşma arasındaki uyum ilişkisi, Refah Partisi’nden AK Parti’ye dönüşüm süreci içinde ve AK Parti’nin seçim başarılarında da çok önemli rol oynadı. Yeni orta sınıflar, bu anlamda, sadece Türkiye’nin büyük dönüşümünün değil, AK Parti’nin ortaya çıkmasının ve Türkiye’yi yönetme konumuna gelmesinin önemli aktörü rolünü oynadılar, oynamaya da devam ediyorlar.
Bu rolü açık olarak 22 Temmuz 2007 seçimlerinde gördük. Türkiye’nin son yıllarda dünya siyasetinde kazandığı ‘yumuşak güç’ kimliğinin oluşmasında ve uluslararası sistem tarafından kabul edilmesinde gördük. Ekonomik krize rağmen 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde oylarını düşürmesine rağmen kazandığı başarıda gördük.
Çevredeki merkez
Yeni orta sınıflar, Türkiye’de merkez-çevre modelini yeniden düşünmemiz gerektiğini bize gösterdiler. Özellikle Anadolu’ya verdikleri ekonomik dinamizm ve böylece ‘çevrede yarattıkları merkez’ ile ve bu ‘merkezi geleneksel merkez dediğimiz alana doğru taşımalarıyla’, yaşanılan büyük bönüşümün çok önemli aktörleri oldular. Yeni orta sınıflar ile birlikte, esasında, Türkiye’de, siyaseti, ekonomisi, kültürü ve sınıfsal nitelikleriyle ‘yeni merkez’ oluşuyor. Erol Yarar’a, bu temelde, hak veriyorum; yeni orta sınıflar çok önemli ve bu sınıflar burjuvalaşma sürecini yaşıyorlar. Bu sınıfların yaratmaya başladığı merkezin içerdiği değerler ve normlar, bu sınıfların diğer orta sınıflara nasıl yaklaşacağı ve onlarla nasıl bir ilişki kurcacağı vb. sorular, Türkiye’nin yaşadığı büyük dönüşümün demokratikleşme ve birlikte yaşama ekseninde mi, yoksa toplumsal ayrışma ekseninde mi sonuçlanacağını büyük ölçüde belirleyecek. Ama bu bir süreç. Burjuvalılaşma sadece ekonomik sermaye ile olmuyor; insan sermayesi (eğitim, dil, bağımsız karar alma yetisi), sosyal sermaye (sivil toplum ile ilişkisi, dolayısıyla gönüllülük, hoşgörü ve aktif vatandaşlık değerlerini içselleşetirme) ve kültürel sermaye (sanata, tarihe, kültüre bakış) de burjuvalılaşmanın önemli boyutları.
Demokratikleşmeye katkı
Yeni orta sınıflar burjuvalılaşma sürecinin ekonomik sermaye boyutuna sahipler, ama diğer boyutlarını başarma derecelerini zaman bize gösterecek. Artı, yeni orta sınıflar, Türkiye’deki burjuva sınıfının bir katmanını oluşturacaklar; asli unsurunu değil. Ve TUSİAD etrafında örgütlenen burjuvazi, hala, Türkiye’nin en güçlü ilk 500 şirketin çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Bu bağlamda da, yeni orta sınıfların öneminin ve gücünün altını çizmek, bu gücü abartma anlamına gelmemeli. Ve son olarak, doğrudur; yeni orta sınıflar, devlet nemalanması değil, aksine küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçlerini iyi kullanarak güçlendiler.
Ama bugün bu sınıfların devletten nemalanmadığını söyleyemeyiz.
Bu gerçekçi olmaz, ve aslında, devletten nemalanmanın bu sınıfların önemini azalttığını ve bu sınıflara zarar verdiğini de vurgulamalıyız.
Türkiye’nin bugünü ve yakın geleceği içinde yaşanılan risklerin ve belirsizliklerin güvene ve istikrara dönüşmesi ve Türkiye’nin küreselleşen dünyada kilit ülke-yükselen rolünü oynama potansiyeli, Türkiye’de oluşmakta olan yeni merkezin ne kadar demokratikleşme ve birlikte yaşama ekseninde kurulacağına bağlı olacak. Tam da bu noktada, yeni orta sınıfların ne kadar burjuvalaşacağı önem kazanıyor. Bu nedenle de, yeni orta sınıfları tartışırken, esasında, Türkiye’nin büyük dönüşümü ve bu dönüşümün nasıl sonuçlanacağını tartışıyoruz.
E. Fuat Keyman, Açık Görüş, Star