Van: Yapıyorsanız, özgürlükçü, adil ve özgün bir anayasa olsun

Van Hak ve Özgürlükler Platformu, adalet ve özgürlük mücadelesine 142. eylemle devam etti. Platform adına Mazlumder Şubesi yönetim kurulu üyesi Bahadır Tok’un okuduğu açıklamada gündeme dair birçok temel soruna değinilirken, Ergenekon davasını engellemeye çalışanlar için de şöyle söylendi: “Yüksek yargıçların dokunulmazlıklarına güvendiklerini biliyoruz. Ama hiçbir yargıcı suç işlemesi halinde koruyacak bir dokunulmazlık yoktur, olamaz. Yargıçların dokunulmazlıkları, onların özgürce ve adilce karar verebilmelerini güvence altına almak içindir. Bu yüzden bir hukuk faciası olarak Ergenekoncu hâkim, savcı ve avukatların da yargılanmaları kaçınılmazdır. Tıpkı dün bütün bu suçları işleyenlerin, kendilerine hiçbir gücün hesap sormayacağı zehabıyla kendilerinde bu cürmü işleme yetkisi ve cüreti görmeleri gibi. Suçluları koruma kararı verenlerin yargılandıklarını da görecek bu ülkenin insanları. Tarih hiçbir zaman, bile isteye suçluyu koruyup, suçu ortaya çıkaranı engellemeye çalışanları bağrına basmadı ve gizlemedi. Bugün de, yarın da böyle düşünenleri bugünkü gibi ifşa edecektir. Ne tarih ne hukuk bu kötülükleri sindirmedi, sindiremez. İşte bütün bu ifşaatlar tarihin, hukukun, insanlığın ve vicdanın sindiremeyip orta yere kustuğu pisliklerdir.”

Basın açıklamasının tam metni:

ÖZGÜRLÜKÇÜ, ADİL VE ÖZGÜN BİR ANAYASA BUNCA ZULMÜN BİR ÖZRÜ OLMALIDIR

Sayın Basın mensupları ve Sayın Halkımız…

142. Basın açıklamamıza hepiniz hoş geldiniz…

Avrupa’da örtülü Müslüman kimliğinden dolayı katledilen Merve Şirbini olayı vesilesi ile netleşen İslamofobia/İslam korkusu kendi gerçekliğinde “insan korkusu”na evrilmiş, ötekileştirme ve ben-merkezcilik sendromu, şizofren kuşaklar üretmeye dönüşmüştür. Kaygı verici bu durum, aynı zamanda dünya medyası ve siyasetinde kurgulanan şiddet dilinin açık ürünleri ve sonuçlarıdır. Geçtiğimiz hafta yine bu ülkede Çilek grubuna iş için başvuru yapan başörtülü bir bayana, kendisi ile bir görüşme dahi yapılmadan, başörtüsünü bir bez parçası olarak değerlendirmekten, demokrasinin gericiliğe mecra olamayacağına dek birçok hakaret içeren cevabi maili, meselenin hala nasıl yakıcı ve incitici bir durumda oluğunu gösteren önemli bir örnektir. Bu açıdan ülkemizde ve dünyada görülen insan, inanç ve özgürlük düşmanlığının kendini imha edecek düzeyde bir çılgınlığa vardığını ifade etmek gerekiyor.

Orta öğretim kurumlarında on yıldır uygulanan katsayı zulmünün, sağduyunun galip gelmesi ile ortadan kaldırılması memnuniyet vericidir, ancak yeterli değildir. Zira sistemin insan öğretmekten çok insan öğüten mantık ve felsefesinin köklü bir değişim geçirmesi gerekmektedir. Bunun da anayasal nitelikli olması kaçınılmazdır.

Geçtiğimiz hafta birçok şehirde Hizbuttahrir cemaatine yönelik hukuksuz operasyonlar düzenlenerek 200 kişi gözaltına alınmış ve bunların bazıları da tutuklanmıştır. Düşüncesi ne olursa olsun şimdiye kadar hiçbir şiddet ve tehdit olayına bulaşmamış ve şiddetten uzak duran görüşleri ile bilinen bir topluluğa karşı yürütülen operasyonun biçimi ve gerekçesi hiçbir hukuk formu ile haklı gösterilemez.

Hükümetin, son günlerin moda deyimi ile “Kürt Açılımı” barış ve özgürlük adına özellikle mağdurlar için bir umut vesilesi olmuştur. Umuyoruz bu ülke artık bu faşizan uygulamalarla bir daha karşılaşmaz ve bunu üreten zihniyet ve zeminlerden ısrarla uzak durulur. Nitekim bunu baltalama girişimleri hala devam etmektedir.

Çok uzun yıllardan beridir bu ülke insanının ensesine çöreklenmiş ve üzerine devlet resmi çizilmiş perde yırtılmış, arkasındaki korkunç canavar açığa çıkmıştır

En son Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde DTP’li Necman Ölmez ve Ferhat Ediş’in şüpheli ölümleri de yine göstermektedir ki bölge tekrar bir cadı kazanına dönüştürülmek istenmektedir. İlgili savcılığın bu konuda sahici ve ciddi araştırma yapması, meselenin aydınlığa kavuşması açısından son derece önemli ve hayatidir. Çünkü bu ülkenin sadece güneydoğusunda 17 bin cinayet işlenmiş. İnsanlar enselerinden kurşunlanıp bölük bölük toprağa gömülmüş. Gece yarıları evlerinden alınmışlar ve bir daha kendilerinden haber alınamamış. Subaylar ve ilişkili oldukları kimseler patates eker gibi, toprağa cephanelikler gömmüşler. Andıçlar yazılmış, bizzat yazanın kendi ifadesi ile bir gece yarısı kalkıp muhtıra yazılmış ve genelkurmay internet sitesinde aynı vakitte yayınlanmış. Uzun vadeli bir satranç oyunu gibi birkaç kuşaklık planlar yapılmış. Müslümanca yaşamaya çalışanları hedef göstermek ve büyük bir karışıklık çıkartmak için Danıştay baskını düzenlenip bir yargıç katledilmiş. Geçmişteki siyasi cinayetlerden Mumcu, Emeç, Üçok’lardan, Sabancı cinayeti ve onun failinin infazına, Malatya’da kitabevi, Karadeniz’de rahip cinayeti, Hrant Dink ve bunun gibi etnik ve dinsel temelli gösterilmek istenen cinayet ve suikastlara varana dek, bu vahim zihniyetin komplike ve spesifik planlarının birer aşaması ve parçası olarak teker teker uygulanmış. Generaller darbe planları hazırlamış. Devletin ve toplumun içine nüfuz etmiş, yayılmış, her kesime sızmış bir çete teşekkül ettirilmiş. Başbakanı vurmak için suikast hazırlığına girişilmiş ve tertipler düzenlenmiş. Ordudan iki orgenerali hedef alan başka bir suikast planı daha ele geçirilmiş. Bu planın içinde olanların hala ordu içinde olması bile gösteriyor ki mesele çok çetin ve çok derinlerde kök salmış.

Şemdinli olayını soruşturan, oradaki suikastların ve sabotajların Ankara’ya ulaştığını söyleyen bir iddianame yazan Van savcısı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten atılmış. Ancak bugün, savcının iddianamesinin ne kadar isabetli olduğu daha da belirginleşmiş durumda. Bugün, sırf Ergenekon ve JİTEM davalarının savcılarını yerlerinden etmek için 1500’ün üzerinde kişinin atamalarının önünü tıkayan kimselerin de kirli ilişkileri açığa çıkıyor artık. Ergenekon sanıkları ile Yüksek Yargı mensuplarının irtibat içinde olmaları hukuk açısından nereye ve neye tekabül eder? Bu denli rahat ve pervasız davranmalarının arkasında yatan sebepler, bu kirli tezgâhın dişlilerinden biri olduklarının açığa çıkması ve bunun ardından görülen açıktan salvolar olarak mı okunmalı, yoksa yüksek yargının dokunulmazlığına duyulan güvenin zırh vazifesi gördüğüne inanılması mı?

Yüksek yargıçların dokunulmazlıklarına güvendiklerini biliyoruz. Ama hiçbir yargıcı suç işlemesi halinde koruyacak bir dokunulmazlık yoktur, olamaz. Yargıçların dokunulmazlıkları, onların özgürce ve adilce karar verebilmelerini güvence altına almak içindir. Bu yüzden bir hukuk faciası olarak Ergenekoncu hâkim, savcı ve avukatların da yargılanmaları kaçınılmazdır. Tıpkı dün bütün bu suçları işleyenlerin, kendilerine hiçbir gücün hesap sormayacağı zehabıyla kendilerinde bu cürmü işleme yetkisi ve cüreti görmeleri gibi. Suçluları koruma kararı verenlerin yargılandıklarını da görecek bu ülkenin insanları.

Tarih hiçbir zaman, bile isteye suçluyu koruyup, suçu ortaya çıkaranı engellemeye çalışanları bağrına basmadı ve gizlemedi. Bugün de, yarın da böyle düşünenleri bugünkü gibi ifşa edecektir. Ne tarih ne hukuk bu kötülükleri sindirmedi, sindiremez. İşte bütün bu ifşaatlar tarihin, hukukun, insanlığın ve vicdanın sindiremeyip orta yere kustuğu pisliklerdir.

Bu ülkede, yargı erkini elinde bulunduranlar ve Yüksek Yargı iyice pervasızlaşmış, kural, yasa, hukuk, ahlak dinlemez hale gelmişse;

Bu sistem, kendi halkını kıskıvrak yakalayıp esir etmiş, istediği zulmü yapabildiği ve ceza almadan kurtulabileceği bir düzenek oluşturmuş ise;

Kendini her türlü yasa, hukuk ve iradenin üstünde gören kimselerin, halkın oyu ile işbaşına gelenleri ve devletin tüm kurumlarını kendi mülk ve tasarrufları ile işleyen güdük bir mekanizmaya dönüştürmüş ise;

Bir tarafta ülkenin gerçek sahipleri olan halk ve ona ait olması gereken devlet imkânları, kirli bir savaşa finansman olarak akıtılıyor, gencecik insanlar kör ihtiraslara kurban ediliyor, bu insanların ölümü ile anne- babalarının acıları kullanılarak geliştirilen bir ölü sevicilik kültürü (nekrofili) ile güç takviyesine dönüştürülen bir rantiye haline getiriliyor, öbür tarafta bu ülkenin ekonomisi savaşa, ölüme, öldürmeye, silaha ve silah tüccarı emperyalist Siyonist güçlere aktarılıyor ise;

Ordu içinde, yasaların izin vermediği alanlarda iş görebilmek, yasadışı uygulamalar ve infazları gerçekleştirmek için JİTEM gibi bir oluşum kurduruluyor, bunun için ödenek ve personel tahsis ediliyor, yıllarca bu kurum inkâr ediliyor ve en sonunda bu resmen itiraf ediliyor ise;

Askeri ve yargısal cuntaların insanların inancı ve düşüncesi üzerindeki tasallutu milyonlarca bedellere, milyonlarca büyük hayallerin yıkılmasına yol açıyor ise;

Suçun, silahın, suikast planının, cephaneliklerin gündeme oturduğu bir denklemde, birileri hala palyatif çözümlerden söz ediyor ve bu ülkenin tamamını ilgilendiren ve son derece hayati/temel bir mesele olan Kürt Sorunu’nun çözümü için oluşmuş barış havasını bulandırmak istiyor, yine başörtüsü sorunu gibi yakıcı, Alevi sorunu gibi acıtıcı, gelir dağılımının adaletsizliği, sokak çocukları, gittikçe çölleşen ve kirlenen yeryüzünün yok olma tehdidi, kaynakların tükenmesi, artan hastalık ve mikrop türleri v.b. sorunları tahfif etmeye çalışıyor ise;

Diyarbakır cezaevinde körüklediği vicdan ateşi ile bugünkü insan yangınını tutuşturmuş, burada yaşattığı vahşet ve travmalarla nice ruh enkazları geride bırakarak bugün de ölümü bekleyen ölümcül hasta mahkûmlara insanca ölmeyi bile çok gören bir umarsızlık ve zalimlik içindeki bu mantık hala devam ediyor ise;

Adli Tıp Kurumu denilen kurum adalet ve tababet hizmeti değil, ideolojik ajanlık yapıyor ve insanların fikir ve aidiyetlerine göre ölümleri ya da dirimleri konusunda rol oynuyor ve bu kurumun reformasyonu konusunda hala bir adım atılmıyor ise;

Bu memleket, kot taşlama atölyelerinden tutun, tersanelerde ölümle koyun koyuna yaşayan ve her gün evinden çıkarken ailesi ile vedalaşarak işine giden, asgari ücretle ağır işlerde çalışan, çocuk işçilerin karın tokluğuna çalıştırıldığı, milyonlarca işçinin-emekçinin alın terinin birilerinin tatili için harcadığı miktara bile tekabül etmediği, sınırlarında sürekli kaçak insan ve kaçakçı ölümlerinin rutinleştiği bir ülke ise;

Yalan, iftira, asılsız ve mesnetsiz iddia ve ithamlarla şiddet ve silahlı eylem içermeyen dini, etnik ve siyasi gruplara yönelik linç, tahkir ve tezyif içeren uygulamalar hala devlet politikası olarak uygulanabiliyor ise;

Orada yapılacak en temel ve en gerekli şey, hiçbir saptırma ve manipülasyona geçit vermeden, açık yürekli ve samimi bir gayretle bütün bu kötülük örgütlenmeleri ve talana karşı, yeni bir anayasayı derhal hazırlayıp referanduma, halkın iradesine gitmektir. Bu ülke, suçtan arınmaya, devletini bir suç örgütü olmaktan çıkarmaya, hukuka uyan bir yapı kurmaya, halk iradesine saygı gösteren bir anlayışı yerleştirmeye, insanların can güvenliğini sağlamaya, cinayetleri bitirmeye, metabolizmasındaki hastalık ve virüsleri temizlemeye niyetli ise önündeki tek ve geçerli seçenek yeni ve diri bir anayasadan başkası değildir. Her türlü vesayet ve velayetin üstünde kendi hür iradesine dayalı özgürlükçü, adil ve özgün bir anayasa bu coğrafya insanının yıllardır çektiği acının telafisi anlamında hakikaten hak ettiği bir özür olacaktır.

Basına ve kamuoyuna saygı ile duyurulur.

MAZLUMDER VAN ŞUBESİ

Y.K. ÜYESİ BAHADIR TOK

VAHÖP (Van Hak ve Özgürlükler Platformu) Bileşenleri:

Anadolu Gençlik Derneği, Gökkuşağı Derneği, İnsan-Der, Mazlum-Der, Memur-Sen, Umut Işığı Derneği, Erdem-Der, VİMDER

Bir cevap yazın