İnsanın Silinişi

Başörtüsü yasağı okuduğum üniversitede başladığında okuldaki ikinci yılımın son ayları idi. Kapısında iki yıl boyunca hiçbir engellemeyle karşılaşmadığım okuluma vize sınavlarının ilk gününde geldiğimde sınıfın kapısında beni durduran “görevli” yarından itibaren okula başörtülü gelirsem kapıdan alınmayacağımı söyleyip, bana sınavda başarılar dilemişti. Bir de tabii sınav sonrası yönetim katında bir odada yapılacak olan toplantıya davet edilmiştim. Okuduğum okulda yasağın böyle aniden başlamasının nedeni başörtüsü yasağını henüz uygulamaya başlamamış okulumuzda bir gazetecinin gizlice biz “başörtülülerin” fotoğrafını çekerek haber yapması olmuştu. Jurnallenmiştik.

O gün o sınavın nasıl geçtiğini hiç hatırlamıyorum. Zaten kafa yorup soruları cevaplasam da bu dersten geçer not alabilmekten daha önemli sorunlarım vardı o an. Belki de bu sınav okuldaki son saatlerimdi ve bir daha sınava dahi giremeyecektim. Sınav boyunca okulu düşündüm, mezun olunca yapmak istediklerimi, okul dışında kalınca ailemin göstereceği tepkiyi, bundan sonra neler olacağını… Çevreme bakıyordum ara ara. Birlikte çok şey yapmaktan keyif aldığımız arkadaşlarım kağıtlarıyla meşgullerdi. Onlar acaba bu işe ne diyeceklerdi. Kesin aşırı tepki gösterirlerdi. Bir defasında bana başörtülü olduğum için laf söyleyecek olmuştu sınıftan biri. Hepsi nasıl da tepki göstermişlerdi. Yine yaparlardı. Önümde ters çevrilmiş duran okul kimlik kartım vardı. Üzerindeki fotoğrafı ben dahil kimsenin görmesini istemediğim için asla fotoğraf üste gelecek şekilde koymazdım. Daha okula kayıt yaptırırken başörtülü fotoğrafı kabul etmemişlerdi. Yaklaşık yüz kişi kafasına aynı peruğu takıp fotoğraf çektirmişti. Başörtülü olarak tanınamıyorduk ya, şimdi tam tanınmıştık. Hepimiz ikiz kardeş gibi ve iğrenç fotoğraflar vermiştik bu sayede. Gözüm arada sınıftaki diğer iki başörtülüden birine takılıyordu. Onlardan biri sessiz sessiz ağlıyordu. Onu daha fazla görmek istemedim. Sınav benim için daha başında bittiğinden kağıdımı verip çıktım.

Söylenen idare ofisine gittim. Daha odaya yaklaşırken koridorda uzaktan tanıdığım başörtülü arkadaşların ağlayarak geri döndüğünü gördüm. Odadan çıkanlar ağlıyordu. Cesaretimi toplayıp içeri girdim. Masa başında oturan üç görevliden biri “okula artık başörtüsüyle alınmayacaksınız, şapkayla da gelmeyin, perukla da gelmeyin,” diyordu. İçime öyle bir ağırlık çöktü ki, yasakla lise son sınıfta da karşılaşmıştım, liseden sonra okula bir yıl ara vermiştim, yıllar geçse de hiçbir şey değişmeyeceğini biliyordum. Yasağın işleyişi tecrübeyle sabitti. Ağlayamadım bile.

Ertesi gün kapıdan içeri alınmadık. Okulun önünde bekleyişler başladı. Her ders günü geliyorduk, hocalarla, arkadaşlarımızla görüşüyorduk. Kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Zamanla herkes evine dönmeye başladı. Başörtülü öğrencilerden bazıları kayıt dondurdu, bir kısım yurtdışına çıkmaya hazırlanıyordu, bazıları da yasak koşullarını kabul edip okula girmeye başlamıştı. Vizeleri kaçırdık, dersleri de kaçırıyorduk. Ama finallere girmeye, o okuldan bir şekilde mezun olmaya kararlıydım. Ama nasıl? Yasağın başından itibaren gördüğüm bir kabusu arkadaşlarıma anlattığımda onların da aynı kabusu gördüklerini öğrendim: Sokakta yürürken başımın açık olduğunu fark ediyordum ve kendimi tamamen çıplak hissediyordum. Kan ter içinde uyanıyordum. Başımı açmam mümkün değildi ama okulu bırakıp eve de dönmem düşünülemezdi. Ailem resti çekti, “okulu bırakmak yasak!” Günlerce çarşı pazar dolaşıp çeşit çeşit şapkalar denedim. Amaç mümkün olduğu kadar başörtümü gizleyebilecek bir başlık bulmaktı. Arayan bulundu…

Zaman geçiyordu. Sonunda bir elin parmaklarını geçmeyen bir grup bekler olduk okulun önünde. Bu bekleyişimizden tek rahatsız olanlar okul yönetimi ve güvenlik görevlileri değildi. Artık her gün önümüzden geçip derse giden arkadaşlarımız da görmüyordu bizleri. Beni yasak sürecinde en çok yıkan bu olmuştur. Sonunda başörtümü kamufle edip okula sızmamı sağlayacak bir şapka bulmuştum, final sınavlarına hazırlanacaktım, arayı kapatmak için ders notları gerekiyordu. Benden gözlerini kaçırıp hızlı adımlarla okula girmeye çalışan, daha birkaç ay önce çok yakınım olmuş arkadaşlarımı atik davranıp yakalayabilirsem okulun önünde dersleri, sınavları soruyordum. Yakın arkadaşlarım elinden bir şey gelmemenin çaresizliği ve utancı ile benden kaçmaya başlamışlardı. Artık ortak mevzular bile bulamıyorduk. Onları da aşan bir sorundu bu ve anladım ki beni unutmak istiyorlardı. Geçen döneme kadar benden not almakta beis görmeyen arkadaşlarımdan bazıları ise yanımdan hızla uzaklaşırken “ben de not tutmadım”, “o derse girmedim” gibi garip cevaplar veriyorlardı. Yasak istenen sonuca ulaşmıştı. Artık farklı mekanların sahipleriydik. Önce ben içeridekilere kırıldım, sonra içerdekiler bana yabancılaştı…

Aylar sonra bir gün okulun girişinde “biz başörtülüler” için hazırlanan kabine girdim, başörtümün üzerine kocaman bir şapka taktım, ilk defa o şekilde okulun kapısından geçtim. Devamsızlıktan kalmak üzere olduğum derse gitmek için hızlı adımlarla koridorlarda ilerliyordum. Şapka neredeyse gözlerimi bile örtüyordu. Ya da ben utancımdan gözlerimi yere dikmiştim ki hiçbir yeri ve hiç kimseyi görmeden sınıfa ulaştım. Girdiğimde hoca derse başlamıştı çoktan. Kapıyı açınca bütün sınıf sustu. Hoca bana baktı. Kimsenin gözüne görünmemek isterken bütün amfinin odak noktası olmuştum. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Ben bir yere oturup gözlerden yok olsaydım ve biri bu derin sessizliği bozsaydı diye düşünürken bunu yapan o güne kadar dersinden en yüksek notları aldığım ve bilgisine, ders anlatışına çok saygı duyduğum hocamdı. Bizler yokmuşuz gibi davranmak yerine olaya bakışını açıklayan cümleler kuruvermişti: “devrim kanunları uygulanmalı ama keşke daha acısız olsa…”

Zaten iç kavgam dışımı da aşmıştı. Hissettiğim suçluluk duygusu, boyun eğmenin verdiği eziklik, aylardır yaşadığım iç muhasebesi, evde her gece kurulan ikna odaları… meğer sabrın sonu o günmüş. O sözler üzerine gözyaşlarım fışkırırcasına ağlamaya başladım. Girdiğim gibi aynı hızla sınıftan çıktım. Okulda yasak sonrası sayısı artan ve koridorlarda başörtülü avına çıkan güvenlik görevlilerinin arasından geçerken şapkamı çıkarıp çantama koydum. Gidiyordum işte. Bir daha dönmeyecektim. İstesem de dönemezdim zaten. Halimi görünce şaşkına dönen güvenlik görevlileri başörtüme müdahale bile edememişti. O gün bir yalanın ifşa haliydi. Yine o gün karar verdim ki ben insanların gerçek yüzlerini görmek istemiyorum, kimsenin iktidar karşısındaki aczini, otoritenin saçma kurallarına boyun eğişimi görmek istemiyordum. Çünkü tam o noktada insan siliniyordu. Her birimiz biz olarak buharlaşıyorduk. Tıpkı başörtülülerin sınıflarımızdan, ofislerimizden, hikayelerimizden buharlaşıp yok olması gibi…

Neslihan Akbulut (Henüz Özgür Olmadık-Hayy Kitap)

 

Bir cevap yazın