Başörtüsü meselesi için bir formül mü?
“Hilmi Özkök paşa Milliyet gazetesinde çok önemli iki vurguda bulundu, bu vurguları başörtüsü konusunda da uygulamak mümkündür. Birincisi kimlik konusunu tanımlamakta kendisini yetkin görmediğini bilim adamlarına bırakmak gerektiğini söyledi. İkincisi Kürt ve Türk kelimelerinin lafzi ve öznesel manalarından çok, sıfat ve nesnesel özelliklerine dikkat etmek gerektiğini hatırlattı.” diye yazısına başlayan Nevzat Tarhan (Haber7.com), “Türkiye için irtica tehlikesi reel ve rasyonel mi? Hiç bir üniversite böyle bir araştırma yapamadı.” diyerek bu konudaki bilgilerin “asimetrik psikolojik savaş” gereği sunulduğunu söylüyor.
Başörtüsünün siyasi bir simge olmasına ilişkin Tarhan şöyle bir akıl yürütüyor: “Bütün kışkırtmalara rağmen başörtüsü konusu toplumsal kalkışmaya dönüşmedi. Demek ki siyasi simge değilmiş. Siyasi simge olsa insanlar dağa çıkarlardı.” Bu siyasi bir meseleyi oldukça sığ bir düzlemde okumadır. Bir meselenin siyasiliğiyle “dağa çıkma” arasında böylesine bir denklem nasıl kurulabilir? Ya da meselenin siyasi olduğunu göstermek için dağa çıkmak mı gerekir?
Orduevlerinde sorun çözülmüş…
Nevzat Tarhan’ın diğer sorunlu bir tespiti ise orduevlerinde sorunun çözüldüğüne ilişkin… Şöyle diyor yazar: “Başörtüsü yasağı bilindiği gibi ilk orduevlerinde başladı. Başlangıçta her türlü başörtüsü yasaktı. Daha sonra ve bugün Orduevleri Babaannem gibi geleneksel biçimde başını örtenleri ve şapka gibi kendi özel tasarımlarını geliştirenleri serbestçe sorun çıkarmadan içeri alıyor.” Bu, sorunu çıkartanların sunduğunu “lütuf” gibi görmektir, çözüm kabul edilebilir mi? Ayrıca “geleneksel biçimde başını örtme”, güya “türban” ile “başörtüsü” arasına set çekip sonra da başörtüsüyle İslam arasındaki bağı kopararak “Türk kimliği”ne atıf yapan Kemalist zihniyetin bir efsanesidir ve yeri geldiğinde her iki örtünme biçimine de müsade edilmemesi gerektiğine dair hayli uygulama vardır. “Şapka”yı çözüm gibi sunma fikri ise izahı zor bir hatadır!
Üniversiteli öğrencisinin dini tercihinden YÖK’e ne?
Nevzat Tarhan’ın çözüm formülü ise şu: “Eski YÖK’ün gerekçesi olan başörtüsünün ‘siyasi simge’ olması bilimsel bir veriye dayanmıyor. Tek tip üniforma gibi giyinenler varsa onları kısıtlayalım kendi özel tasarımını geliştirmiş kimliği belli olan bir genç kızın tesettüründen bize ne? ‘Sıkma baş’ alerjisi olanları tahrik etmeyen ‘özel tasarımlarını’ genç kızlarımız zaten geliştirebilirler. İlahiyat Fakülteleri ve Orduevleri bunu başardı. YÖK tarafından Üniversite rektörlerine inisiyatif vererek üniforma çağrıştırmayan kıyafetleri bir genelge ile serbest bırakmak mümkün. Rehberimiz akıl ve bilimdir. İtiraz edenlerden bilimsel veri istenmelidir.”
Bu kadar basit mi gerçekten?
Nevzat Tarhan, sorunun siyasi niteliğini ısrarla görmeyerek, çözümün farklı kıyafet modelleriyle aşılabileceğini söylüyor ve bunun için askerin uygulamasını formül gibi sunuyor. Sonra da inisiyatifi rektörlere bırakıp halen hukuki dayanağı olmayan yasağın bir genelgeyle aşılabileceğini zannediyor! Bilimsel verilerle de buna destek arıyor, iyi de tam da yasağa bahane olabilecek ve son derece “bilimsel yöntemlerle” hazırlanmış “mahalle baskısı” saha araştırmalarını Tarhan nereye oturtuyor? Siyasi bir sorunu, apaçık bir zulmü ve hak gaspını bilimsel araştırmaların sonuçlarına nasıl terk edebiliriz? Bu kadar basit mi yani? Sanırız Nevzat Tarhan, rehberlerini yeniden gözden geçirmeli, başörtüsü sorununa ilişkin tarihi yeniden okumalı ve çözüm diye böylesi masabaşı formüllerle okurlarının karşısına çıkmamalı…
Platform Haber