Türban korkusu ve laik kesim

Üniversite sezonu yaklaşıyor. Bu kadar açılım lafı ediliyor ama türbanlı kızlar yine okullara giremeyecek… Bu memlekette bir de İslâm açılımına ihtiyacımız var… Laik kesimin türban konusundaki tutumu gerçekten çok sorunlu. Bu ülkede laik ortasınıf ve aydınlarda din serinkanlılıkla algılanan ve yaklaşılabilen bir mesele değil. Her açıdan korku duyulan bir alan. Herkesin ailesi, geriye vurulduğunda geleneksel bir dünya algısından gelir. Bu bizde daha yakın tarihlere kadar öyledir. Mesela İngiltere’de daha uzak tarihte kalmıştır, ama herkesin geldiği yer orasıdır. Seküler/modern bir dünya tasavvuruna sahip olmak Batılı entelektüellerde din ile adeta cebelleşerek olmuştur ve bu cebelleşme sürecinden son derece derin bir sanat ve düşünce çıkmıştır. Her şeyden evvel bir sahicilik çıkmıştır. Ahmet Altan’ın dediği gibi bütün doğallıyla dinle haşır neşir olan, maneviyat alanında gelgitler yaşayan ve bunu entelektüel alana aksettiren bir literatürdür karşımızdaki. Tanrıya inanmayan Katolik James Joyce, Tanrıya inanmayan Yahudi Freud bu sahici sekülerleşme sürecinin iki dâhiyane örneğidir. Sinemada Luis Bunuel, Ingmar Bergman öyledir. Daha sayısız örnek var. Elbette din tarafını terk etmeyen modern dönem Batılı entelektüelleri de olmuştur ve onların sekülerleşmeme direnci ve bu seküler çağda din müdafaası da aynı derece doğal, kanlı canlı ve sahicidir.

İşte biz bunu yaşamadık… Bizim Tanrıya inanmayan Müslümanlarımız olmadı. Biz adeta bir pseudo-modernleşme yaşadık, bunun en vahim sonuçlarını da bugün (sözde)seküler Türk aydınında görmek mümkün. Bu olgunun billurlaştığı nokta da türban meselesi… Türk aydını; geleneğinden gelen Din olgusuyla cebelleşerek, gelgitler yaşayarak la-dinî bir dünya görüşüne sahip olmadı. Var olan şeye yokmuş gibi davrandı, ve böylece bağlarını kestiğini, laik olduğunu sandı. Oysa din yani Latince tabiriyle bağ (religio) anlamına gelen din/religion öyle ben koptum dediğinizde kopacağınız bir şey değildir. Binyıllara dayanan sapasağlam ipleriyle yerinde durur ve siz onu yok saydıkça o artarak sizi sarar, etkisine alır. Bu de facto sarmalanma hali sağlıklı bir benimseme yoluyla olmadığı için çok daha sapkınca ve bağnazca sonuçlar üretir. İşte Türk aydınının türban konusunda akıl almaz tavırlarını biraz da bu sapkın yalancı sekülerleşme sürecinde aramak gerekir. Özetle laik Türk aydını aslen laik falan değil… Hâlâ din onun dünyasını dolaylı belirleyen şey, hâlâ o bağlarla sıkı sıkıya bağlı durumda. Fakat bu gerçek yokmuş gibi davrandığı ve bir yandan da din ile entelektüel bir alışverişe, bir anlama ilişkisine girse Afrika’nın et yiyen çiçekleri gibi onu kapıp içine alacağından korktuğu için ironik biçimde daha da bağlı hale geliyor, zihni daha dinselleşiyor.

Türban konusu geçtiğinde Türk laik ortasınıfı tam bu bahsettiğim teorik çerçeveye uygun tablolar sergiliyor. Ben bunun küçük yaşlardan beri şahidiyim. Çoğu kendini laik gören Türk kadını türban konusu geçti mi serinkanlılığını kaybeder ve ilk söyledikleri standart söz de, “Ne demek yani onlar namuslu da biz değil miyiz, türban takınca mı namuslu olunuyor?” gibi bir cümledir. Bu aslında her şeyi özetliyor. Kemalist-laik ortasınıf kadını da hâlâ çoğunlukla namusu beden üzerinden tanımlıyor. “Çağdaş” giyinse bile bunun iç ezikliğini taşımakta ve bunun karşısında bir konum olarak gördüğü türban olgusuna karşı da çok sinirleniyor. Çünkü o türban/tesettür ona koptuğunu düşündüğü ama kopamadığı bağlarını hatırlatıyor. Mesela gerçek bir laik kadın olan Gülay Göktürk gibi türban olgusuna dışarıdan, başka bir dünya görüşünün endişesi olarak bakmıyor. Türban onun benliği, kadınlığı dışında bir şey değil. O da o beden üzerinden tanımlanmış anti-laik “namus” endişelerini taşıyor. Laik erkek ve laik aydın da aynı şekilde… Türban onda yoksayılan ama kopulamayan bağları hatırlatıyor. Yoksayıldıkça dinsellik onun bütün zihinsel yapısını kronik bir problem olarak sarıyor. Türban eğer laik kesimin gözünde nevrotik bir nefret simgesi haline geliyorsa laik kesimin bunu kendi sahte-modern yapısında araması lazım. Sahici anlamda tüm doğallıyla haşır neşir olunan bir seküler/laik kimlik böyle saplantılar taşımaz. Türk laik aydını sürekli karikatürize ettiği, sürekli korktuğu obsesif bağnaz-dindar tipinin ta kendisi haline gelmiş durumda. Türban meselesi bu durumu billurlaştırıyor ve açığa çıkartıyor.

Sanırım türban meselesini çözmek, bir vuzuha kavuşturmak Türk laik ortasınıfının ve aydınının akıl ve ruh sağlığı açısından da zorunlu. Yoksa iş geri döndürülemez, tedavi edilemez bir hastalık noktasına doğru gidiyor…

 Rasim Ozan Kütahyalı, Taraf

Bir cevap yazın