Cumhuriyet’in Osmanlı’yla, Kemalistlerin İslamcılarla barışı mı?
Türkiye’de statükonun eski haliyle yola devam edemeyeceği anlaşıldığı için yeni bir restorasyona ihtiyaç duyduğu malum. Bu yeni bir düzen kurmaktan ziyade, mevcut düzenin güncellenmesi olarak değerlendirilebilir. Güncellemenin hangi kodlarla, nasıl bir paradigmayla yapılacağı ise statükonun eski sahipleriyle yeni ortakları arasındaki müzakarelere bağlı, tabi bir de bölgedeki diğer uluslararası aktörlerin politikalarına… Akif Emre, Yeni Şafak’ta “Cumhuriyet’in Osmanlı’yla barışı?” ve “Kemalistlerin İslamcılarla barışı?” başlıklı iki yazı yazdı ve değindiğimiz konuyu geniş bir açıyla tartışmaya açtı. Emre, ilk yazısında cumhuriyet döneminde yaşanan meşruiyet sorununu aşmak için Osmanlı’yla kurulan ilişkiyi inceliyor ve devletin, tarihi kendi amaçları doğrultusunda nasıl yeniden kurguladığını analiz ediyordu. O yazısında şu hususlara dikkat çekmişti:
“Osmanlı medeniyetinin üzerinde yükseldiği, temellendiği değerleri görmezden gelerek yeni bir Osmanlı tanımı yaparak, laikliğin, modernliğin, kapitalizmin temellerinin Osmanlı’da olduğu tezi üzerinden tarihle ile barışma söylemi hayli revaçta. Buna en çok sevinenler de Osmanlı sevdası adına, bir medeniyetin içinin boşaltıldığını görmekten aciz nostaljik Osmanlıcılar ve “şanlı tarih” söyleminde donup kalan kesimler oldu.
Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet’i kuran kadronun gökten inmediği bir gerçek. Hatta Cumhuriyet’in pekçok kurumunun kendinden daha yaşlı olduğu daha büyük bir gerçek. Silahlı Kuvvetler’den, sanayi kurumlarına kadar pek çok temel kurum devletin kendinden daha eski.
Bu gerçekten yola çıkarak Osmanlı’nın aslında yapmak istediğini Cumhuriyet gerçekleştirdi söylemi üzerinden kurulmak istenen meşruiyet zemini son derece tartışmalıdır.”
Kemalist elitlerin “İslamcılarla uzlaşma”sı
İkinci yazısı ise daha çok son dönemdeki gelişmelerin arkaplanına ilişkin bir değerlendirme. Yaşanan tarihi değişim ve dönüşüm sürecinin dinamiklerini anlamaya çalışan Emre, bu konuda önemli tespitler de yapıyor. Bu tespitlerden, özellikle AK Parti ve sistem arasında kurulan “uzlaşı” zemininin ne şartlarda gerçekleştiğini anlamaya yardımcı olabilecek önemli bir bölümü dikkatinize sunuyoruz:
“Nasıl tarihsel süreklilik iddiasını mümkün kılmanın yolu Osmanlıyla “barışmak”tan geçiyorsa, yarınlara ilişkin olarak da toplumsal desteğin sağlanması, en azından muhalefetin kırılması gerektiği geç de olsa fark edildi… Zira bu toplumda her türden düşünce, eylem, toplumsal projenin bir şekilde İslam’la yüzleşmesi kaçınılmazdı. .. Bu gerçek, zorunlu olarak Kemalist elitleri “İslamcılarla uzlaşma” ya itti. Bunun pek de hoşlandıkları bir tercih olmadığı çok açıktı. Gerek uluslararası konjonktür, gerekse iç dinamikler; merkezin dışladığı, ancak lüzumlu görülen durumlarda sistemi pekiştirmeye yönelik işlevi olduğu sürece sınırlı olarak dikkate alınan İslami unsurlarla uzlaşmaya, dikkate almaya zorluyordu.
Sistemin merkezine çekilen yada sistemin merkezini işgal eden/oturan bu “sorunlu kesim” artık ne kadar İslamcıydı? Buna verilecek cevap, Kemalist elitin barıştığı Osmanlı ne kadar Osmanlı ise uzlaşılan İslamcılar da artık o kadar İslamcı olabilirdi. Orta yerde “deforme bir Osmanlıcılık” olduğu kadar “deforme bir İslamcılık” türetilmişti. Üstelik İslamcılık iddialarından vazgeçerek.
Ortodoks Kemalistler açısından rejim tehlikeye girmiş, gericilik ve şeriat tehlikesi sistemi kuşatmış olabilirdi. Ancak sistemin sahipleri böyle düşünmüyor. Deforme edilmiş bir İslamcılığın sistemle sorunu olmayacağını, Kemalizmle uzlaşmaya yatkın kadroların sisteme taze güç sağlayacağını fark etmemeleri düşünülemezdi.
Sonuçta İslamcılık iddiasından vazgeçildiği oranda bu kadrolar merkeze çekiliyordu. Tersinden, bazıların iddia ettiği gibi Kemalizmin de eski haliyle kalmadığı söylenebilir. Sonuçta, her sistem kendini bir şekilde yenileyerek ayakta kalabilecekti. Önemli olan sistemin temel ilkelerinin korunup, muhaliflerinin içeriye çekme becerisini göstermesidir.”
Akif Emre’nin uzlaşı zemini olarak gösterdiği noktanın, daha önceki değerlendirmelerimizde “ılımlı Kemalizm” olarak da tanımlanabileceğini ifade etmiştik, herhalde Akif Emre’nin bu yaklaşıma bir itirazı olmaz…
Platform Haber
İlgili yazıların tam metinleri için: