Sakarya: Gerçek kazanımlar için Müslümanca duruş sergileyelim
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 217. Basın Açıklaması için Adapazarı Akm önünde toplandı. SAGİR adına Diriliş Saati Dergisinden İsmail Dumanın okuduğu açıklamada;Rabbimiz buyurmuyor mu ki, bizler toplum olarak kendimizi değiştirmedikçe, bu toplum da değişmeyecek. O zaman, “bizlere sunulan gündem maddeleri üzerinde yaptığımız yorumlarda, duyduğumuz heyecanlarda, ne derece İslami bir metot ile hareket ediyoruz?” diye bir kez daha sormalıyız kendimize… Acaba, Hakk olandan yana mıyız; yoksa güçlü olandan yana mı? Yani, birtakım mevzular karşısında yorumlar yaparken, gerçekten zulümlere karşı olduğumuz için mi, yoksa hükümet güçleri İslami bir motif ile karşımızda durduğu için mi bu denli cüretkâr olabiliyoruz? ifadelerine yer verildi.Ayrıca açıklamada kanser hastası Güler Zerre ile aynı sorunları yaşıyan mahküm müslümanlara değinildi.”Direne direne kazanacağız”,”zulme karşı omuz omuza” “müslüman uyuma başörtüne sahip çık “sloganlarının atılığı açıklamada “direniş 5.yılında zillet bizden uzaktır”,”direniş bir
mekteptir bizde sakaryalıyız”, “başörtüsü Allahın emri müslüman kadının kimliğidir”pankartları taşındı.Açıklamanın tam metni :
GERÇEK KAZANIMLAR, MÜSLÜMANCA DURUŞLAR SERGİLEMEK YOLUYLA ELDE EDİLEBİLİR
Son zamanlarda sık sık karşılaştığımız “darbe günlükleri”, “ıslak
imza” gibi gündem maddeleri, her ne kadar halkımız arasında daha önce
görülmemiş bir duyarlılık ile takip ediliyor izleniminin oluşmasına
olanak sağlasa da, süreçleri daha dikkatli okuduğumuzda gözden kaçan
birçok temel problemin olduğunu görüyoruz.
Bizler, hala “Islak Belgeyi kim sızdırdı, neden 4,5 ay gecikmeli
oldu, bu ülkede bizim bilmediğimiz daha ne dolaplar dönüyor” diye
soradururken; emekli bir paşa Kanal Türk ekranlarından pervasızca şu
cümleleri sarf ediyordu: “İrticayla Mücadele Eylem Planı hazırlamak
suç değildir. Cunta Munta yok, ne cuntası?”.
Aslında, bu cümleler, içinde yoğrulduğumuz gündemler içerisinde nerede
konuşlandığımızı anlatması açısından son derece manidardır. “Demokrasi
ve şeffaf devlet” söylemleri altında belki daha birçok akıl almaz olay
gün yüzüne çıkacak ve bizler, “bak, bu ülkede bunlarda mı olmuş”
diyerek, her defasında bu tür hukuksuzluklarla yüzleşmenin verdiği
huzur(!) ile daha iyi noktalara geldiğimizi düşüneduracağız. Aslında,
tam da burada yanılıyoruz.
Eğer ki, sorunun ana kaynakları ile yüzleşmek yerine, daha tali
olaylar ile ilgilenerek görevimizi yerine getirdiğimizi düşünürsek,
her zamanki gibi aceleci davranmış oluruz. Bizler demiyoruz ki “ıslak
imza” , “darbe günlükleri” ve buna benzer gündemlerle yüzleşmeyelim.
Elbette ki, bu minval üzere olan her adım, bir kazanımdır. Ama yeterli
değildir. Sorunun kaynağına inilmelidir. Ancak o zaman, gerçek bir
sonuca ulaşılacaktır. Daha açık bir ifade ile, “İrtica ile Mücadele
Eylem Planı”nı ortaya çıkarmak, sorunun çözümüne yönelik pek fazla bir
katkı sağlamayacaktır. Önemli olan, kendilerini bu ülkenin mutlak
sahipleri olarak gören zümreler ile doğrudan yüzleşebilmektir. İşte o
zaman, bizler, 28 Şubat ile yüzleşeceğiz; o zaman, bunca yıldır
Müslümanlara yapılan zulümleri, “daha tedbirli adımlar atmak
pahasına(!) unutma” gafletinden kurtulacağız.
Rabbimiz buyurmuyor mu ki, bizler toplum olarak kendimizi
değiştirmedikçe, bu toplum da değişmeyecek. O zaman, “bizlere sunulan
gündem maddeleri üzerinde yaptığımız yorumlarda, duyduğumuz
heyecanlarda, ne derece İslami bir metot ile hareket ediyoruz?” diye
bir kez daha sormalıyız kendimize… Acaba, Hakk olandan yana mıyız;
yoksa güçlü olandan yana mı? Yani, birtakım mevzular karşısında
yorumlar yaparken, gerçekten zulümlere karşı olduğumuz için mi, yoksa
hükümet güçleri İslami bir motif ile karşımızda durduğu için mi bu
denli cüretkâr olabiliyoruz? Eğer, gerçekten, “hakk” olandan yana
tavır alma onurluluğunu gösterebilseydik; herkesin gündemine girdiği
için bizim de gündemimize giren “İrticayla Mücadele Eylem Planı” ile
ilgili, konuşulmasının sakıncalı olduğu süreçlerde de konuşabiliyor
olmalıydık. Veya bugün kanser hastası olmasına rağmen, bürokratik
engellerle karşılaştığı için ciddi bir gecikme ile henüz tahliye
edilen Güler Zere için sesimizi daha gür çıkarabiliyor olmalıydık.
Çünkü, biliyoruz ki bugün Güler Zere’nin başına gelenler, farklı
zamanlarda, cezaevlerinde bulunan onlarca Müslüman kardeşimizin başına
gelmiştir/gelmeye devam etmektedir.
Resmettiğimiz bu tablo gösteriyor ki, Müslümanlar olarak “Başörtüsü
Mücadelemizi” de doğru bir temellendirmeye oturtmadığımız müddetçe, bu
sorunun tekrarı her zaman için kaçınılmaz olacaktır. Bu ülkede
başörtülülere reva görülen zulümler, ancak dik ve onurlu bir duruş ile
bertaraf edilebilecektir. Birilerinden medet ummak, Müslüman’a
yakışmaz ve böyle bir kazanım, Sünnetullah’a da aykırıdır. O halde,
iktidarı elinde bulunduran kimselerin düştüğü zafer sarhoşluğuna
düşmeden, bu ülkedeki sorunların, ancak ve ancak, daha temel boyutta
yapılacak bir sorgulama ile çözülebileceği unutulmamalıdır.
Son söz olarak şunları söylemek istiyoruz ki, Müslüman birey,
hayatının her anını Rabbine kulluk vazifesi içerisinde değerlendirmeli
ve Nebevi metodu, hayatının rehberi kılmalıdır. Eğer ki, Nebevi metodu
hayatımızın rehberi kılabilirsek; o vakit, yaşadığımız çağı vahiy
eksenli mümeyyiz bir akıl ile değerlendirebilme imkânı yakalayabilecek
ve anlık kazanımlardan ziyade daha nitelikli ve daha kalıcı kazanımlar
elde etmenin yolunun Müslümanca, onurlu bir duruş sergilemekten
geçtiğini idrak edebileceğiz. Dolayısıyla, hayatımızın hangi anında ve
alanında olursa olsun, basiret eksenli kararlar verebilecek;
gündemlerimizi, başkalarının yönlendirmelerinden ziyade kendimiz
şekillendirebileceğiz.
Unutulmamalıdır ki, başörtüsü mücadelemiz başta olmak üzere, diğer tüm
mücadelelerimiz, dilenerek değil, direnişi sahiplenerek
kazanılacaktır. Ve küfrün mantığında bir değişme arayanları tarih
yanıltacaktır; tıpkı mücadeleyi farklı zeminlerde kazanmayı ümit
edenleri yanıltacağı gibi… Zafer, her daim Direnenlerindir…
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU ADINA
DİRİLİŞ SAATİ DERGİSİ