Asansörde kalmak

Asayiş berkemal zannediyorum ki, o da ne, türbanlı bir kadın yükünü almış olan asansöre güç bela yetişmesin mi! İzmirlinin ötekiyle imtihanı tam da bu noktada başlıyor. Türbanlı “hanım”la selamlaşıyoruz. Türbanlı hanım, 60’lı yaşlardaki komşumuzun -ki saç şekli dolayısıyla kendisinden yazının devamında topuz teyze olarak bahsedilecektir- şahsıma öbek öbek yolladığı gülücüklerden sebeplenemediği gibi, halk arasında mahkeme duvarı olarak tabir ettiğimiz bir yüz ifadesine bürünmek için yüzünü ikişerden (ikişer türbanlıya, ikişer bana) dört karış sallandırıyor. Türbanlı hanım katına geldiğinde sesinin en çekingen, bakışlarının en gri tonuyla iyi günler diliyor. “Size de iyi günler” diye cevaplıyorum yüzümün en aydınlık, sesimin en berrak haliyle. Zira mesele kibarcık, komşucuk, içi dolu turşucuk üçgenine dar gelmeye başladı.
Yakışıyor mu size?
İşte haddimi öğrenme seansım burada başlıyor. “Siz de böyle yaparsanız” girizgahıyla başlayıp alttan alan bir üslup eşliğinde altetme pratiği belli ki, topuz teyzenin tedrisatından geçen başka fanilerin de üzerinde test edilip onaylanmış. “Hiç yakışıyor mu size, halbuki ben sizi ne kadar beğeniyordum uzaktan” diyor. Belli ki önce güzellikle yola getirmeye çalışıyor. Eh, topuz teyze insanlığını yapıyor, gerisi bana kalmış. Laftan anlamıyorum. Ne var sırada? Ve, beklenen atak geliyor, “Siz bunlara yüz vermeye utanmıyor musunuz?”
Topuz teyze, pervasız tutumum karşısında haklı olarak çileden çıkıyor. Hani hayatta bazı anlar vardır, gerekeni söyleyemezsiniz, basiretiniz bağlanır, yahut adabınız asabınızı kenara itmeyi başarır, sessiz kalırsınız. Ancak hemen akabinde ben diyeyim karın ağrısı, siz deyin mide spazmı şeklinde bedeniniz tarafından cezalandırılırsınız, dürüst olalım, doğaya uygun davranmamak insana zarar verir. Uykunuzda sözler hazırlarsınız, hafızanızın makinisti aynı sahneyi oynatmalara doyamaz hani. İşte bu da bir tür imtihandır, ötekiyle olan neyse, kendimizle olan da öyledir, sancılıdır.
Özetle, ben bu sınavdan alnımın akıyla çıkıyorum, nasıl ve nereden tedarik edebildiğimi bilmediğim sözcükler yalınayak başı kabak çıkageliyor. Burunlarını silmek de topuz teyzeye düşüyor neticede. “Kime selam verip vermeyeceğim kendi tasarrufumdadır, buna ancak ben karar veririm” diyorum. Asansör, kalbinde olup bitenlerden tedirgin bir homurtuyla topuz teyzenin katında duruyor. Pabucun pahalı olduğuna karar vermiş olacak, çıkarken beni protesto eden sözcükleri mırıldanarak sıralıyor.
Asansörde paylanan genç kadın, topuz teyzenin ağzının payını vermiş oluyor bu vesileyle. Sevinmeli miyim? Peki kendimi eve dar atıp geniş bir nefes aldığımda payıma düşen ne? O topuzun altındaki geometri, belli ki bu memleketin köşelerini ve bilfiil köşede kalanlarını/ bırakılmışlarını hesaplayamıyor veya hesaplamamayı tercih ediyor. Peki bunun adı bölünmek değil de ne? İki metrekarelik dikdörtgen asansörü paylaşamıyorsak hâlâ bir bölünme korkusundan bahsedilebilir mi?
Bunları anlatıyorum çünkü Ahu Öztürk’ün, bahçesinde özüyle halleşemeyen başka topuz teyzeler de aynı matematiğin vicdanından sınıfta kalıyor. Had safhada sevimli, akça pakça oğluna Roni ismini ismini koyup kendisi kaşınan Ahu hanım, üç beş sene sonra Alaraların, Aleynaların gözdesi olacağı yakışıklılığından belli oğlunun istikbaliyle oynuyor! Şimdi üşenmeyip aşağıdaki çocuk parkına insem ve şöyle ortalığa doğru bir Melisa ya da en iyi ihtimalle Derin, Ada diye bağırsam, kaç çocuk dönüp bakacak merak ediyorum. Ayrıca ebeveynlere bir maruzatım var. Allah aşkınıza neresi Ada? Olsa olsa takımada denebilir. Birlikte, güvenli, dört yanı multivitamin, akülü araba, kolej taksitleriyle çevrili çocukların hangisi ada? Roni’ye ve türbanlı komşunun kızına gelince. Başka yolu yok, bu çocuklar bu asansörlere binecek, bu bahçelerde oynayacaklar. Yeri gelecek bütün katların zillerine basıp kaçacaklar, yeri gelecek kedinin kuyruğunu çekiştirecekler. Bu topraklarda doğdular, Aleyna nasıl büyüyorsa onlar da öyle büyüyecekler. Yok, asansörü dar ederiz, bahçede dar alanda kısa paslaşmaya devam ederiz demekte ısrarcı olan varsa golü hep beraber yiyeceğimizi hatırlatmak isterim. Hem kalemize, hem böğrümüze…
SEDA AYAZ A.
Radikal 2