Havva Nur Tekin anlatıyor: Bir Başörtü/lü Klasiği

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sosyoloji okuyan arkadaşım Havva Yıldırım ve ben Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Havva Nur Tekin, “İstanbul Sosyoloji Topluluğu’nun düzenlemiş olduğu “Sosyoloji Üzerine” isimli programa katılmak için Seyyid Hasan Paşa Medresesi olarak belirtilen adrese gittik. İçeriye geçtik ve önlerde yerlerimizi aldık.Aradan bir dakika geçmeden bir bey gelip, “arkadaşlar başörtünüzü çıkartıyorsunuz, burada böyle oturamazsınız!” dedi ve döndü gitti.

Arkadaşımla birbirimize baktık, kaldık; Nasıl yani!? Oturduğum yerden kalktım ve bu anlaşılmaz tavrı anlayabilmek üzere beyefendinin yanına gittim. “Pardon anlayamadım, siz ne demek istiyorsunuz?” dedim. Cevaben: “içeride medya mensupları var, burada böyle oturamazsınız, başörtünüzü çıkartın!” dedi. Kamusal bir alan(!) yasaklaması ile zaten karşı karşıya olan bizler, bir de sivil bir alanda hakarete uğruyorduk. “Burası medrese değil mi beyefendi, siz hangi hakka dayanarak bunu isteyebilirsiniz?” dedik.

İnternet üzerinden programın duyurusunu yapan öğrenci arkadaş geldi ve özür dileyerek, duyuruyu yaparken buranın üniversiteye bağlı olduğunu belirtmeyi unuttuğunu ifade etti. “Ben bu okulun öğrencisi değilim, buraya ders almaya da gelmedim, seminer için geldim, seminerde böyle bir yasak olmasının mantalitesi nedir, böyle saçma bir şey olamaz” dediysem de, “başınızı açmak zorundasınız!” dendi.

Bunun üzerine, bir anda orada çalışan herkes etrafımıza toplandı. Birisi “başörtünüzü çıkarın” derken, birisi “siz de haklısınız”diyordu, bir başkası da “bu sizin şahsınızla alakalı bir şey değil” demeye başladı.

Kendilerince, uğradığımız hakaretten şahsımızı ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Oysa başörtüsünün kimliğimizin bir parçası olduğunu, onsuz bizim eksik olduğumuzu düşünmüyor, anlamaya çalışmıyorlardı. Başörtüsünü bir kenara bıraktığımız takdirde, bizim de toplumdaki diğer “normal” insanlardan olacağımızı, herkes gibi orada bir seminere katılabileceğimizi söylemeye çalışırlarken, aslında bize resmen ikinci sınıf insan muamelesinde bulunduklarını açıkça itiraf ediyorlardı.

Lütfen, durumun şahsımızla alakalı olmadığı açıklaması ile içimizi rahatlattıklarını sanıyorlardı. Başörtümüze hakaret ederken aslında bize de hakaret ettiklerini, bizim özgür irademizle yaşamak istediğimiz hayata engel olarak bize, kararlarımıza hiç saygı duymadıklarını yüzüme çarpmış oluyorlardı.

Yine bu insanlar benim eğitimime katkı sağlayacak şeylerden beni men ederken, toplumun geri kalmasını, çağdaşlaşamamasını(!) ben ve benim gibi başörtülerinin üzerine yıkıyorlardı.

Amerika’da dışlanan zencilerle, Türkiye’de Kürt’üm diyemeyen Kürtlerle, Çin’de asimile edilip, yok edilmeye çalışılan Doğu Türkistanlılarla, Filistin’de yok edilmeye çalışılan Filistinlilerle, başörtülü olduğumuz için bize reva görülen muamele arasında hiçbir fark yoktur, bunun adı ayrımcılıktır.

Herkes bir ağızdan, orada bulunmamam, polemik yaratmaktansa ya başörtümü açmam ya da çıkıp gitmem gerektiğini bana ‘hatırlatırken’, seminer için orada bulunan sayın Oya Baydar, bizi gözü yaşlı halde gördü. Yanımıza kadar gelerek ne olduğunu sordu. Programa başörtülü olduğumuzdan dolayı katılamayacağımızın söylediğimizde bizi teselli etmeye çalıştı.

Müdür diye bahsettikleri biri odadan çıktı ve “Oya Hanım, lütfen içeriye girin” dedi, Oya Hanım gitti. Müdür dedikleri kişi bizim için de; “Arkadaşları odaya alın, çay ikram edin, konuşacağız.” dedi.

Hep beraber bir odaya geçtik, arkadaşımla beni sandalyeye oturttular. Yine aynı söylemler kulaklarımızda dolaşıyordu ve benim sinirli olduğumu, sakin olmam gerektiğini belirttiler. Ben niye sakin olacaktım? Aklıma, mantığıma sığdıramadığım bu olayı nasıl sağduyulu karşılayacaktım ki? O kadar insanın içinde sırf başörtülü olduğum için bir seminer bile dinleyemeyeceğim söylenmiş, zorla dışarıya çıkartılmış, dışlanmıştım. Sakin olmamı nasıl bekleyebilirler ki… Müdür odaya geldi, bölümlerimizi, okullarımızı sordu. Bir yandan beni sakinleştirmeye çabalayıp duran birine, sakin olamayacağımı, bunun sindirilebilecek bir davranış olmadığını, duygularıma hâkim olamayarak, sesim hafif titrek ve biraz da yüksek vaziyette söylediğimde, müdür bey “çıkartın bunu!”diye emir verdi. Evet, kim ne konuşsa boştu, bu insanlar laftan anlamıyorlardı çünkü.

Ben ne bir eşyayım, ne cansız bir nesneyim. Üslubumu, ses tonumu beğenmemiş olabilir, ama kimse müdür olduğu için bana “bu” diye hitap edemez. Benden kaç yaş büyük olması, işgal ettiği makam, ona ‘bu’ hakkı vermez! Bizi zihinlerinde nereye yerleştirdikleri malum bu insanlar ve herkes anlayacak ki; okullardan, toplumdan, hayattan dışlamaya çalıştıkları, kendileri gibi olmadıktan sonra var olma hakkı tanımadıkları “bu” insanlar asla onlar gibi olmayacaklar!

Havva Nur Tekin

Kaynak: Özgür Açılım

One thought on “Havva Nur Tekin anlatıyor: Bir Başörtü/lü Klasiği

Bir cevap yazın