Bursa: Başörtüne, Ece Nur’a, Enver Aydemir’e sahip çık!
Bursa Mazlumder öncülüğünde gerçekleştirilen başörtüsü yasağına karşı “direniş” eyleminin ikincisi Orhangazi parkında kötü hava şartlarına rağmen gerçekleştirildi. Mazlumder üyesi Cihat Oruç tarafından yapılan açıklamada başörtü yasağının uluslar arası kumpasın bir parçası olarak uygulandığı belirtildi. “İçerde ya da dışarda, Müslümanlara reva görülen zulümlerin tek merkezli ve maksatlı olduğu” vurgulanan açıklamada “Nüfusun kahır ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu ülkemizde başörtüsü zulmünü devam ettirenlerin ya da ettirmek isteyenlerin kimlerle zulüm kardeşliği yaptıklarını anlamalarının zamanı çoktan geçmiştir” denildi. Ayrıca bu yapılan zulümlerin insanlık tarihi ile eşdeğer olduğunu belirten Oruç; “Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı. Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan’, övülen Allah’a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı” diyen KUR-AN’ın “Kahrolsun Ashab-ı Uhdûd” ayetine kendilerini hedef kıldıklarından gafil oldukları açıktır” dedi. Ancak bu durumda inananlara, zillete boyun eğmektense, onurlu bir direnişe talip olmaktan başka çarelerinin olmadığı muhakkak” açıklamasında bulundu.“İmanın gereği olarak vicdanı redde bulunduğunu söyleyen Enver aydemir’e reva görülen zulüm kınandığı açıklamada Enver Aydemire yapılan tüm haksızlıkların giderilmesi, sorumluların cezalandırılması, özgürlüğüne kavuşturulması ve haklarının iadesi özelikle vurgusu yapıldı. Basın açıklaması slogan ve tekbirlerle sona erdi.
Basın açıklamasının tam metni
Sayın basın mensupları ve Değerli Kardeşlerim;
Başörtü “özgür” kalıncaya kadar “Her ayın ilk cumartesi günü saat 13.00 da Orhangazi parkında” sloganıyla başlattığımız yasağa karşı “Direniş” için “sürekli eylem” kararı gereği 2.kez bir araya toplanmış bulunuyoruz.
ZİLLET ONLARDAN UZAKTIR
Evet, zillet onlardan uzaktır.
Çünkü onlar; direniş ve adanışın kaleleri oldular.
Baskı, zulüm, korku ve şiddet onları yıldırmadı.
Ve biz hala bu meydanlardaysak ve “başörtüsüne özgürlük” diye haykırıyorsak kızlarımızı ve kadınlarımızı zilletten uzak tutmak içindir. Zulüm varsa, onurlu direniş de hep var olacaktır. Ve bu direniş; baskı, zulüm ve her türlü yasak kalkıncaya kadar da devam edecektir.
Din ve vicdan hürriyetine aykırı olarak, bireylerin diledikleri gibi inanma ve inandıkları gibi yaşama ve diledikleri eğitimi alma haklarını elinden alan, Allah’ın emrettiği şekilde örtünme ibadetini yerine getirmelerine engel olan bir avuç azınlığın sürdürmeye çalıştığı esaret zilletine karşı inanan insanların “özgür” kalıncaya kadar direnme hakları vardır ve bu hak hiçbir şekilde görmezlikten gelinemeyecek ve duyarsız kalınamayacak kadar büyük ve onurlu bir haktır.
Değerli kardeşlerim;
Bilinmeli ki; insanlık, her zaman ve her yerde, dün olduğu kadar bu gün de, evrensel zulüm dalgalarıyla karşı karşıya kalmıştır.
Dün;
Kerbela’da Hüseyin, Hittin’de selahaddin, Kafkaslarda şeyh şamil, Bosna’da Aliya İzzet Begoviç, zulme karşı direnişin adıydı.
Bugün;
Gazze, Çeçenistan, Afganistan, Irak ve daha birçok ülke zulme karşı direnişin adı olmuştur.
Filistin’de İşbirlikçi Abbas’a, Mısır’da emperyalist kukla na mübarek Hüsnü Zalim’e, Yemen dağlarında müslüman katliamı yapan Zalim Kral Suud’a karşı olmak da zulme karşı direnişin adı olarak anılmaya devam edecektir.
Aynen öyle de;
Tüm dünyayı terörize etme pahasına, İslam dinini şiddetle, Müslümanları terörizmle eşdeğer göstermeye çalışan evanjelist zihniyetin yaydığı İslamofobi salgınına karşı olmanın da zulme karşı direnişin diğer bir adı olduğu unutulmamalıdır.
Bilerek ya da bilmeyerek Müslümanlara karşı kurulan uluslar arası kumpasın bir parçası olarak ülkemizde devreye sokulan başörtü yasağı, müslüman kadının örtünme hakkını gasp etmek de bu anlamda bir zulümdür ve bu zulme karşı direnmek de zulme karşı direnişin bir diğer adıdır.
Artık; “her yer aşura, her yer Kerbela”dır.
İçerde ya da dışarda, Müslümanlara reva görülen zulümlerin tek merkezli ve maksatlı olduğu açıktır. Bu zulmün dışarda silahla ya da ülkemizde olduğu gibi egemen gücün kılıfına uydurduğu yasalarla sürdürülüyor olmasının hiçbir farklılığı yoktur. Silahlı ya da silahsız insan hak ve hürriyetlerini yok sayan, ihlal eden her girişim zulümdür.
Asıl üzerinde durulması gereken husus her nerede olursa olsun ve her ne şekilde olursa olsun tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Müslümanların ve Müslümanlığın hedef seçilmiş olmasıdır.
Nüfusun kahır ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu ülkemizde başörtüsü zulmünü devam ettirenlerin ya da ettirmek isteyenlerin kimlerle zulüm kardeşliği yaptıklarını anlamalarının zamanı çoktan geçmiştir. Ülkemizde uygulanan başörtü yasağı hiçbir yasal gerekçeye dayandırılamayacağı gibi, hiçbir çağdaşlaşma argümanı ve insan hak ve hürriyetleri ile de izah edilemez. Ayrıca bu yasağın uluslar arası kumpasın bir parçası olarak uygulanmak istendiği gerçeği iz bırakacak kadar zihinlere kazınmış bulunmaktadır. Uluslar arası kumpasın bir parçası olarak uygulanmak istenen bu ve benzeri yasaklar, bu ülkenin geleceğine yapılan en büyük zulümdür. Vicdan, akıl ve izan bu zulmün bir an evvel sona erdirilmesi gerektiğini emreder.
Aksi halde hizmet alan, hizmet veren, kamusal (y)alan farkı olmaksızın bütün alanlarda özgür kalıncaya kadar Hüseyinler, Zeynepler bu meydanları doldurmaya ve hiçbir yılgınlık göstermeksizin zulme karşı direnmeye devam edeceklerdir.
Bilindiği gibi başörtüsü zulmü, salt üniversitelerle sınırlı kalmamış tüm resmi ve sivil toplantılara, resmi devlet dairlerine, sağlık kuruluşlarına ve sokaklara kadar taşmış bulunmaktadır. Gerçek şu ki; hiçbir dayanağı olmayan bu zulüm can yakmaya, hayatları ve umutları karartmaya devam etmektedir. Çözüm üretmesi için Hükümete havale edilen bu can yakıcı zulüm, hükümet tarafından da duyarsızlıkla karşılanmaktadır. Her açılımı konuşur hale gelen hükümet, bu sorunu konuşmaktan özellikle kaçınmaktadır. Hükümetin soruna çözüm üretmek bir tarafa, sorunu çözümsüzlüğe mahkum ettiği ya da sorunu çözümsüzlüğe mahkum etmek isteyenlerin iradesine boyun eğdiği açıktır. Buradan çıkartılabilecek mesaj; “hak verilmez, alınır” mesajıdır. Yani çözümün adresi, doğrudan direniş hakkını kullanması gereken milletin kendisidir. Küçük ve azgın bir azınlığın bu ülkenin kaderini ipotek altına alma çabalarının ürünü olarak ortaya çıkan bu yasak, açıkça milletin inanç değerlerine karşı başlatılan top yekun savaş niteliğindedir. Bu savaş milletin bin yıllık inanç değerlerinin yok edilmek istendiğinin en açık göstergesidir. İnanan insanlara direnmekten ya da baş eğmekten başka yol bırakmayan bu zihniyetin; huzur ve güven ortamını bozmaktan ve onursuz bir zilleti dayatmaktan başka bir şey hedeflemediği bellidir. İnanan insanlara bu çaresizliği dayatanların “Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı. Ve mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan’, övülen Allah’a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı” diyen KUR-AN’ın “Kahrolsun Ashab-ı Uhdûd” ayetine kendilerini hedef kıldıklarından gafil oldukları açıktır. Ancak bu durumda inananlara, zillete boyun eğmektense, onurlu bir direnişe talip olmaktan başka çare olmadığı muhakkaktır.
Bu anlamda Kendi küçük ama yüreği büyük Diyarbakırlı Ece Nur kardeşimizin verdiği büyük ve anlamlı direnişi; sorunu çözümsüzlüğe hapsetmek isteyen bu tür zihniyet sahiplerine verilmiş çok anlamlı bir cevap olarak kabul ediyoruz. Direnen ve kazanan Ece Nur kardeşimizin ismi ve direnişi, Roza Parks gibi gönüllerde ve insan hakları mücadelesi tarihinde hak ettiği yeri çoktan almıştır. Sürgünler, iknalar O’nu ve ailesini yıldırmadı. Bu yüzden Ece Nur’u ve direnişini selamlamayı görev bilen Mazlumder bu onurlu duruşundan dolayı kutlar ve haklı mücadelesinde yanında olduğunu açıkça ilan eder.
Son zamanlarda ülkede şeffaf eldivenlerle yapılan “Sarıkız” darbe planlarıyla “Ayışığı” altında süzülerek, “yakamoz”lar arasında toplum iradesini “kafes”lemeye çalışan, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan edilmesi beklentileriyle ülkeyi uçuruma sürükleme pahasına çete kardeşliği yapmaktan çekinmeyen kesimlerin, Kaos ve korku üretmek için düğmeye bastıklarını korku, endişe ve nefretle izlemekteyiz. bir yanda açılım ve özgürlükler konuşulurken, diğer yanda kapanım ve esaret tartışmaları yapanların var olması oldukça kaygı vericidir. Darbeci zihniyet, Demokratikleşmeye karşı tuzaklar kurmakta, türlü oyunlar oynamakta, hatta akla hayale gelmedik suikast teşebbüsleri gündeme gelmektedir. Öğrencileri havaya uçurmayı düşünecek kadar uçuk hesaplar yaptıkları anlaşılmaktadır.
Bu tür ayak oyunlarına karşı hükümet dik durmalı ve toplum desteğine dayanarak kararlı yürüyüşünü sürdürmelidir. Kurumlar arası çatışma yaratılmaya çalışıldığı ve kurumların yıpratılmak istendiği gibi akla ziyan gerekçelerle siyasal iktidarı köşeye sıkıştırmaya çalışanların hukuk dışı eylemleri derhal deşifre edilmeli ve hak ettikleri cezalara çarptırılmaları sağlanmalıdır.
Bu bağlamda başlatılan demokratik açılım çalışmalarını olumlu bulmakla beraber, atılan adımların yetersiz kaldığı ve kısır bir döngüye girildiği kanaatindeyiz. Tek çare Haksızlıkları gideren, kısıtlamaları ortadan kaldıran, ırk, din, dil, mezhep ve renkler arası ayırımcılığı reddeden adil ve özgürlükçü bir anayasa çalışmasının başlatılması şarttır. Parçacı çözümlerin çözüm olmayacağı, aksine yeni sorunlar üreteceği unutulmamalıdır.
Son olarak “Vicdani red” hakkını kullanan Enver Aydemir’in 24.12.2009 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek olan Barış İçin Vicdani Retçiler Kurultayı’na panelist olarak katılmak üzere giderken yakalanarak götürüldüğü Maltepe Askeri Cezaevi’nde de kaba dayak ve kötü muameleye tabi tutulduğu yönündeki iddialara değinmek istiyorum.
Kim Olursa Olsun Mazlumdan Yana, Kim Olursa Olsun Zalime Karşı düsturunun gereği olarak, Enver Aydemir’e yapılan işkenceyi ve kötü muameleyi reddediyor, konunun takipçisi olacağımızı ilan ediyoruz. Enver Aydemir’in vicdani kararı nedeniyle onurunun çiğnenmesi, inancının ve haklarının yok sayılması ve özgürlüğünün gasp edilmesi kabul edilemez.
Coplanması, sabaha kadar iç çamaşırlarıyla soğukta bekletilmesi gibi maruz bırakıldığı insanlık dışı muameleyi kınıyoruz. Enver Aydemir’e uygulandığı iddia edilen sistematik işkenceden sorumlu olanlar soruşturulup yargılanmalı, cezalandırılmalıdır. Türkiye, vicdani red hakkıyla ilgili uluslar arası anlaşmaların gereğini yerine getirmelidir. Enver Aydemir’e özgürlüğü ve tüm hakları iade edilmelidir.
Herkes İçin Özgürlük, Herkes İçin Adalet…
Yaşasın özgürlük, yaşasın adalet…
Mazlumder Bursa Şubesi yönetim kurulu adına
Cihat ORUÇ