28 Şubat sürerken, sürünmeye devam mı?

28 Şubat darbe süreci’nin 13. yıldönümü geliyor. 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu gerçekleşen post-modern darbeyle asker bir kez daha halka ve siyasete müdahale etmiş, etkileri halen bugün de devam eden bir sürecin düğmesine basmıştı. Başörtüsü yasağı ve katsayı adaletsizliği gibi en somut iki göstergesinin halen sürdüğü bu darbe süreci Türkiye’de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan birçok sorunu da beraberinde getirmişti. Başörtülü üniversite öğrencileriyle başlayan yasak, acımasızca hayatın her alanına yayılmış, hatta bu süreçte 71 yaşındaki Medine Bircan sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafından ötürü adeta ölüme terk edilmiş ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yeni sağlık karnesini beklerken hayatını kaybetmişti. Yasakçıların insanlıktan çıkacak kadar azgınlaştığı süreç, başta başörtülüler ve İmam-Hatip Liseleri öğrencileri olmak üzere herkes için işlemeye devam ediyor.

Ergenekon davası, 28 Şubat cuntacılarının darbe heveslerinden vazgeçmediklerini gösterdi. Balyoz Darbe Planı ise yeni bir darbe gerçekleştirebilmek için cuntacıların gözünün ne kadar dönebileceğini ortaya koydu. Tüm bu gelişmeler, darbelere ve darbecilere karşı aktif mücadelenin önemine işaret ediyor. Nasıl ki 28 Şubat ve diğer darbeler belirli semboller üzerinden yürütüldüyse, onların sembolleştirdiklerini Müslümanların sahiplenmemesi diye bir şey olamaz. Kemalist hegemonyanın her daim yasakçılığını sergilediği ve bu sayede Müslümanları egemenliği önünde diz çöktürmeyi amaçladığı başörtüsü, bu bağlamda en güçlü sembollerden başında gelmektedir. Bu sebeple, bir başörtüsü direnişi mümkündür ve bu Türkiye’deki egemen yapıya karşı hakkı, halkı, adaleti ve özgürlüğü savunmak için elzemdir.

Yasak sürdüğü müddetçe başörtülülerin 28 Şubat’ı her gün. Peki, buna bir gün tepki göstermek yeterli olabilir mi? Kesintisiz darbe sürecine karşı kesintisiz bir direniş sürecini başlatmak gerekmez mi? Yasak karşısında insanların her gün daha fazla ezildiği, daha çok sustuğu ve giderek kanıksadığı bu sorunu sahipsizliğe terk etmek zaman içinde daha derin yaralara sebep olacaktır. Toplumsal ifsadın giderek yaygınlaşması ve yozlaşmanın baş göstermesi bu halin işareti sayılabilir… 28 Şubat’taki yenilmişlik halinin giderek kronikleşmesine karşı atılması gereken adımlar ertelenmemelidir.

Elbette egemen yapıda nispi iyileşmeler yaşanıyor. Kemalist statüko klasik yöntemlerle daha fazla ayakta duramayacağına göre güncellenme ihtiyacı hasıl oluyor. Böylesine bir süreçte Müslümanların taleplerinin geniş bir şekilde kamuoyu oluşturamaması, dikkate alınmaması hepimizin üzerinde ayrı ayrı düşünmesi gereken vakalar değil mi?

Bu 28 Şubat’tan gereken dersi yeterince çıkaramadığımıza işaret etmiyor mu?

Bir cevap yazın