Sakarya (233) 28 Şubat’ın izleri hâlâ duruyor

SAGİR Başörtüsü Platformu adına haftalık basın açıklamalarımızın 233. ünü gerçekleştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, gerek ülkemizde gerekse beldemizde, kimden kaynaklanıyorsa kaynaklansın, meydana gelen her türlü haksızlığa, zulme karşı sorumluluk sahibi bireyler, Müslümanlar olarak sesimizi ve sözümüzü yükseltmeye devam edeceğiz.

28 Şubat 1997’de MGK toplantısıyla uygulamaya konan post-modern darbenin üzerinden 13 yıl geçti. Silahlı-silahsız darbecilerin, halka ve siyasete müdahale ettiği, millet iradesini yok saydığı, iç tehdit paranoyasıyla olmadık ithamlara, senaryolara, cinayetlere imza atıldığı dönemin izlerini hala taşıyoruz.

Başörtüsü yasağı ve meslek liselerine yönelik katsayı adaletsizliği bunun en somut göstergeleridir. Bu darbe süreci; siyasi, idari, hukuki birçok sorunu da derinleştirmiş, her kesimde toplumsal büyük yaralar açmıştır. Başörtülü üniversite öğrencileriyle başlayan yasak, acımasızca hayatın her alanına yayılmış, öyle ki, 71 yaşındaki Medine Bircan sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafından ötürü ölüme terk edilmiştir. Yasakçıların insanlıktan çıkacak kadar azgınlaşarak sürdürdükleri zulüm, başta başörtülüler ve İmam-Hatip Liseleri öğrencileri olmak üzere herkes için işlemeye devam etmektedir.

Bu zaman zarfında çözüme yönelik birçok teşebbüsün önü kesilerek hukuka ve adalete olan güven sarsılmıştır. Kanadoğlu fetvalarıyla yaşanan keyfilik bunun en bariz göstergesidir.

Anlaşıldı ki; özgürlükleri din, mezhep, dil, ırk ayrımı gözetmeden, herkes için eşit biçimde kullandırmanın kanallarını açacak adımlar atmak yerine özel bir göz yumma uygulaması beklemek veya bir dönemi daha atlatmak anlayışı sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamamıştır. Göz yummanın, idare etmenin sorunu çözmek anlamına gelmediğini yıllar sonra tecrübe de etmiş olduk. Başörtüsü konusunda da bu anlayışın kalıcı bir kazanım olmadığını anlamak için daha kaç yıl kaybedeceğiz? Kaç nesil daha heba edilecek?
Göz yumma, idare etme hukuk devletinin değil hak ve özgürlükleri pazarlık unsuru haline getirmek isteyen rüşvetçi devlet anlayışının bir eseridir.

Bu ülke insanına yapılacak en büyük kötülük, inandığı gibi yaşama hakkının, olduğu gibi görünme- göründüğü gibi olma özgürlüğünün gasp edilmesidir.

On yıllardır, yalnız edebiyatıyla avunduğumuz bu hakikatin şahitliğini yapma zamanı gelmedi mi?
“Benim gibi düşünecek, benim istediğim gibi giyinecek, benim sevdiğimi sevecek, benim saygı duyduğuma saygı duyacaksın” şeklindeki baskıcı, ilkel taassuptan kurtulmanın zamanı gelmedi mi?

Tabandan tavana, yediden yetmişe her bireyi ikircikli davranmaya iten, iki yüzlü bir kimlik dayatan takiyyeci anlayıştan sıyrılmanın zamanı gelmedi mi?

Mütedeyyin insanlar üzerinden yürütülen, adı konulmayan bu çatışmanın tarafı kim?

Yönetmelik, kanun, laiklik, Kemalizm, siyasi simge gibi muhtelif maskelerle rol oynayan gerilim aktörlerinin maskelerinin düşmekte olduğunu görmek milyonlarca mağdurun tek tesellisidir.

Çocuklarının diploma törenlerine başörtüleri yüzünden katılamayan veliler,
Kılık kıyafet tercihlerinden dolayı birincilik ödülünü teslim alamayan başörtülü öğrenciler,
Diploma töreninde başı zorla açılmak istenen, direnince sürüklenerek salondan atılan kızlar,
Eşi başını örtüyor diye görevden atılan, terfi ettirilmeyen, yeri değiştirilen memurlar,
Emekli General Çetin Doğan’ın, Milli Güvenlik derslerine giren subaylar vasıtasıyla fişlediği başörtülü öğretmenler ve kız öğrenciler,
Başını şöyle değil de böyle örtüyor diye askeri mekanlara alınmayan bayanlar,
Meclis’e girebilmek için başörtüsünü açmak durumunda kalan ve başını açmadığı için Meclisten atılan hanımefendi ve de milyonlarca başörtüsü mağduru için tek çözüm; isteyenin istediği her yerde başını örtmesine imkan sağlanmasıdır. Bu ülkede din özgürlüğü -hangi ölçüde olursa olsun- engellendiği sürece Müslümanlar mağdur, engelleyenler ve onları destekleyenler zalimlerin ta kendileridir.

Son haftalarda, gerek yargıda gerekse sivil bürokraside yaşanan sistem içi çatışmaların ortaya koyduğu en önemli gerçek; bu anlamda halkın talep ve beklentilerine cevap verecek ifade ve yaşam hürriyetini sağlayan, can ve mal emniyetini teminat altına alan köklü, Anayasal bir düzenlemenin aciliyetidir.

Ülkenin normalleşmesine yönelik her hamleyi tıkamaya çalışan, son örneğiyle yargıyı siyasallaştırarak tarafsızlık ilkesini ihlal eden anlayışı, hatta darbeye yasal gerekçeler uyduracak kadar gözü dönmüşlüğü, pazara dökülen darbe senaryolarını ibretle izliyoruz.

Yıllardır devlet imkanları üzerinden siyasi ve iktisadi rant devşirenlerin, milletin kanını emmekten doymayan kenelerin bu saltanatlarının son bulma korkusuyla telaşlarını garipsemiyoruz.

Kul ve köle statüsünde görmeye alıştıkları Anadolu insanının özgürleşmelerini hazmedemeyen bir avuç aristokrat elit zümrenin feryatlarına da şaşırmıyoruz. Ancak bütün bunlarla beraber “demokrasi ve eşitlik” kavramlarını dillerinden düşürmemelerini elbette ki anlamak mümkün değildir.

Son olarak, cunta heveslisi, darbe planlayıcılarına bir kurtuluş ümidi olarak ironik de olsa öneriyoruz, birliklerinde fişledikleri imam hatip mezunu bir erden alacakları beş-on dakikalık destek eğitimden sonra, Diyarbakır Ulu Camiinde veya Ankara Kocatepe Camiinde fakat en uygunu İstanbul Fatih Camiinde, abdestlerini de şadırvanda almak kaydıyla, üniformalı bir kaç vakit, en ön safta namaza iştirak etsinler. Fatih Camiinde patlatmayı düşündükleri bombadan çok daha büyük yankı uyandıracağından şüpheleri olmasın!

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına

İlim ve Hikmet Vakfı

Bir cevap yazın