İstesek barış olur ama…

Savaşmak için bir tarafın istemesi yeter. Savaş kolay çıkartılır ama zor sürdürülür. Durdurmak ise çıkartmaktan daha zordur. Barışmak içinse üç tarafın aynı çizgiye gelmesi gerekir. Üçüncü tarafın savaşa çıkartma gücü ile barışı inşa kapasitesi aynı olmayabilir.

Türkiye’de savaşı üçüncü tarafın çıkarttığı kabulü hala egemendir. Yani dış güçler. Asıl belirleyici onlardır toplumun büyük ekseriyetinin zihin dünyasında…

Savaşın başlamasında üçüncü taraf olarak dış güçleri adres gösterenler, barış konusunda da üçüncü taraflardan beklentiye girerler. Ben çatışma sürecinde içerisine girilen yeni dönemin, üçüncü tarafların elini güçlendireceği kanaatini taşıyorum. Bu üçüncü taraf tanımını oldukça geniş tutabilirsiniz. Uluslar arası kamuoyundan, ülke içinde barış yanlısı aydınlara kadar uzanan geniş bir yelpazeden bahsedebiliriz…

Türkiye üzerinde baskı gücü yüksek uluslar arası çevrelerin kısa dönemde pozisyonları değişse de bir süre sonra barışa dair dayatmalara gireceğini zannediyorum. Bu zannımı iki gerekçeye dayandırıyorum. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin kendisine sunulan çözüme yönelik kredileri kötüye kullandığı tezi üzerine oturuyor. İkincisi ise daha çok bölgesel beklentilerle ilgili. Son dönemde İsrail ve ABD ile yaşanan gerilime rağmen orta ve uzun vadede Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye’nin hiçbir bölgesel rol oynama ihtimali kalmaz. Böyle bir Türkiye de ne müttefiklerinin ne de düşmanlarının işine yarar.

Üçüncü tarafın bizi daha doğrudan ilgilendiren muhatapları yani barış yanlısı kesimlere gelince çok daha acımasız değerlendirmeler yapmak durumundayız. Yazının başlığında ifade ettiğim gibi, ben ülke içindeki bu güçlerin barışı yeterince istemediği endişesini taşıyorum. Bu savaştan haz ettikleri anlamına gelmez elbette. Ancak barışı gerçekten istiyor olmanın gereğini yapan bir iradenin sergilenmediği açıktır.

Yelpazede ister hükümete, devlete daha yakın duran sivil toplum çevrelerine bakın isterse Kürt hareketine daha yakın söylemler kullanan dinamikleri ele alın sonuç itibarı ile aktif bir barış projesi geliştirmeyi kimse kendisine iş edinmek istemiyor. Ya durduğu yeri yüksek sesle dillendirmenin yanlış anlamalara neden olacağının kaygılarını taşıyor, ya da gücünün, elindeki imkanların farkında değil. Ne hükümete yakın olanlar, uyarı görevini açık bir dille yaparak hem hükümete hem ülkeye iyilik yapmaya cesaret ediyorlar, ne de muhalif güçler Kürt siyaseti ile sağlıklı bir ilişki geliştirecek barış konseptini kurabiliyorlar.

Barışın olmazsa olmazı niteliğinde iki boyut var önümüzde. Bunlardan birisi barış zeminin hazırlayacak olan anayasal demokratikleşme sürecidir. Bu süreç ancak ve ancak üçüncü taraflarca inşa edilebilir. Kimse ne devletten ne de silahlı Kürt muhalefetinden bu süreci yönetmesini beklememelidir.

İkincisi ise çatışmaların durması, silahsızlanma ve siyasete katılımın önündeki tüm engellerin kalkması için diyalog ve müzakere sürecinin başlamasıdır. Bu adımın atılması konusunda üç taşın aynı hizaya gelmesi gerekir. Aydınlar, demokratik çevreler kendi durdukları yerden şüphe duymaya devam ettikçe değil üç taş, iki taşın aynı safa girmesi bile mümkün olmaz.

Bu noktada Şimdiye kadar Kürt hareketinin diyalogdan yana tavır koymasına rağmen devletin tersi bir tutum içerisine girmesi aydınların kimyasını da bozmuştur. Kürt hareketi ile aynı dili kullanmama kaygısı üçüncü tarafı tümüyle edilgen hale getirmiştir.

Ben yeni konseptte taşların daha sağlıklı biçimde yerine oturabileceğini umut ediyorum. Barış güçleri durdukları yerin doğruluğundan emin olup, çatışan tarafları barışa zorlayacak bir iradeyi şimdi de geliştiremezlerse bir daha inisiyatif üstlenmeleri mümkün olmayacaktır.

Çatışmalara müdahale ve demokratik anayasa konusunda sorumluluk üstlenmeyenlerin Türkiye’nin kaderi ile ilgili söz söyleme hakkı gün geçtikçe ortadan kalkar.

AYHAN BİLGEN

Yazının tam metni

http://www.sivildusunce.com/Makaleler.aspx?id=4012&author=9

 

Bir cevap yazın