Sakarya 256. Eylem: Çözüm liberal değil Müslümanca sivilleşme!
Son günlerde sivil anayasa tartışmaları farklı başlıklar üzerinden tekrar gündemimize taşınıyor. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Çankaya köşküne türbanla girmesiyle ilgili olarak yapılan suç duyurusuna takipsizlik kararı verilmiş ve darbe zihniyetinin temsilcileri bu karar itiraz etmişti. Askeri vesayet sisteminin tartışmaya açıldığı şu dönemde, bu tarz girişimler kendilerini bu ülkenin sahibi zanneden sivil darbecilerin ne denli rahatsız olduklarının göstergesidir. Neticede Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararına yapılan itirazı değerlendirdi ve reddetti. Gerekçe olarak da şikâyetçi Sultan Atıcı’nın “doğrudan suçtan zarar görmemesi”ni gösterdi. Bu kararla birlikte Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Resmi Konutu gibi alanlarda başörtüsünün suç olmadığı kesinleşmiş oldu.
Değinmek istediğimiz bir diğer husus ise Yüksek Askeri Şura (YAŞ) Toplantıları etrafında gündeme gelen gelişmeler… 1 Ağustos 2010 tarihinde başlayıp 4 Ağustos tarihinde sona eren Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı bir açıdan darbecilikle ve cuntacılarla hesaplaşma noktasında bir dönüm noktası oldu. Bilindiği üzere YAŞ hemen her yıl inancından dolayı orduyla ilişkisi kesilen, yargısız infaza maruz kalan ordu mensuplarının sayısı dolayısıyla kamuoyu gündemine gelmekteydi. Bu yıl ise YAŞ toplantısı ve kararları özellikle darbecilik şüphelisi ordu personelinin durumu dolayısıyla merak uyandırdı. Neticede Şura’dan çıkan kararlarda sivil iradenin yargı kararlarına uyulması konusundaki tavrı etkili oldu ve Balyoz sanıkları terfi alamadı.
Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na yapılacak atamalar ile ilgili kaos ise hâlâ devam ediyor. Tüm bu gelişmeler, militarizmin kıskacından sıyrılarak sivilleşmeye giden yolda artı bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu noktada darbecileri kollayan bir tutum sergileme yolunu seçmeyen iktidar üzerine düşen görevi yapmıştır.
Ancak 12 Eylül Anayasası’nın ve militarizmin karşısında savunulan sivilleşmenin içeriği ve sonuçları bakımından Müslümanlar tarafından tekrar düşünülmesi gerektiği aşikârdır. Dış iskelet bakımından darbe ile yüzleşmeyi fazlasıyla önemseyen bizler, bu gelişmelerin içeriği ile ne kadar ilgiliyiz acaba?
Zira gördüğümüz kadarıyla “toplumu batılılaştırma projesi”nin askeri postal yerine liberal bir postalla gerçekleştirilmesi yönünde bir eğilimin hız kazandığı gözden kaçırılıyor. Burada neyi kastettiğimizi biraz açmalıyız.
Sivilleşme talebi bugün sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında egemenlerin ağızlarından düşürmedikleri demokratikleşme safsatasıyla beraber anılmaktadır. Dolayısıyla sivilleşme cicili bicili bir şekilde topluma sunulmakta ve destek de bulabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, liberalizmin kıskacından sıyrılamayarak gerçekleştirilmeye çalışılan bu süreç, Müslümanlar için kendi kısır döngüsünü oluşturacaktır.
Meselenin özüyle ilgilenmek yerine olaylarla uğraşmayı kendilerine görev edinenler ileride kapanması zor yaralar açılaşacağını gözden kaçırmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki askeri darbe ortamlarının ve onun takipçisi sivil yapılanmaların baskısı karşısında asıl meseleyi unutarak, sahnede aktörlerle hesaplaşmaya indirgenmiş bir değişim talebi, zamanla aslın yerini dekorun almasına dönüşecektir. Meselenin özü, bu topraklarda nasıl bir millet tanımıyla ve hangi değerleri referans alarak varlığımızı sürdüreceğimizdir.
Maalesef günümüzle; toplum tasavvurunun sekülerleştiği, taleplerin buna göre şekillendiği bir süreç söz konusudur. İslami hassasiyetler adına talepte bulunanlar toplumsal dinamikleri tanımlarken liberal ve batılı jargonu kullanmaya devam ettikleri müddetçe İslam’a referansla bir sivilleşmeden bahsedemeyeceğiz. Aile anlaşmazlıklarımız için bile belirleyici olarak İslam Hukuku yerine AB standartlarının öne çıkarılmasını dillendiren Müslüman kimlikli sivil toplum kuruluşlarının olması çok manidardır.
Eğer bizim birey ve toplum olarak davranış ve ilişki biçimlerimizi İslam belirlemiyor ise, bu alan seküler AB standartları mantığına teslim edilmişse, hangi değişimden/dönüşümden bahsettiğimizi çok dikkatli sorgulamamız gerekmektedir.
Eğer bu sorgulamayı yapmazsak ne olacak? Evet, belki askeri darbe geleneğini yargılayarak sivilleştiğimizi zannedeceğiz. Adaleti hâkim kılmayı şiar edinmiş Müslüman birey ve toplumun özel okullar üzerinden zengin çocuklarına tanınan ayrıcalık ve buna bağlı olarak oluşan eğitim eşitsizliğini hazmetmesi mümkün müdür?
Yine taşeron firmaların oyuncağı haline gelen ve bütün sendikal hakları gasp edilen emekçilerin maruz kaldığı zulmü kabul etmesi mümkün müdür? Her türlü ahlaksızlığın sokaklarda kol gezmesi karşısında susması mümkün müdür?
Önermeleri çoğaltabiliriz. Evet, sivilleşme projesinin aslında toplumu liberalleştirme projesi olduğunu fark etmemiz gerekmektedir. Proje, İslami değerlerle çatışma yerine içini boşaltarak değerleri etkisiz kılmayı hedeflemektedir. Bu proje mi Müslümanların desteğini hak eden?
Dolayısıyla tekrar tekrar şu noktanın altını çiziyoruz ki; ülkemizin içerisine girdiği sivilleşme sürecinin liberal düşünceye teslim edilmesi, toplumsal projelerimizin batı menşeli olması anlamına gelecektir.
Referanslarımızı İslami kavramlar üzerinden veremez isek, gerçek manada bir eksen kayması yaşanması kaçınılmazdır. Eksen kayması kavramının pek popüler olduğu bu günlerde, Müslümanlar kazanımlarının yanı sıra kaybettikleri şeyleri de düşünerek, yaşadıkları ve yaşamaları muhtemel olan kültürel/ahlaki/ekonomik/siyasi eksen kaymalarını bir kez daha sorgulamalıdırlar.
Son söz olarak; bu tarz bir sorgulamanın bizlere doğru yolu göstermesi temennisiyle, yaklaşan Ramazan ayının tüm Müslümanlar için Kuran ile hemhal olmaya vesile olmasını ve dünyanın dört bir tarafında zalimlere karşı yürütülen mücadeleleri kavileştirmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU ADINA
DİRİLİŞ SAATİ DERGİSİ