PADİŞAHIM ÇOK YAŞA!

Referandum öncesi “Evet” cephesi farklı gruplardan oluşuyor: “Her şeye evet”çiler, ”Yetmez ama evet”çiler, ”Ehven-i şer’e evet”çiler ve “Evet, ama…”cılar bunların başlıcaları…

Gerekçeleri farklı olsa da hepsinin kullandığı ulvi amaç “Kemalist oligarşinin geriletilmesi” hamlesi. Ancak tüm propagandaya rağmen bu iyi niyeti haklı çıkaracak hiçbir somut siyasal veri görmüş değiliz.

Ana haber bültenlerinden mülhem, AKP karşıtı cephenin yaşadığı fiyaskolardan cesaret alan bir iyi hava estiriliyor. Buna AKP’nin kamuoyuna dönük profesyonelce hazırlanmış manipülasyonlarını da eklemek gerek.

Oysa “Kemalist oligarşi” dediğimiz şeyin yaşadığı dönüşümü ve “şehirli dindar” kitlenin iktidar bloğuna eklemlenen temsilcilerinin (AKP kadroları) ideolojik arka planlarını masaya yatırmadan yaşadığımız vakayı doğru tahlil edebilmemiz mümkün değil.

Menderes’ten itibaren “egemen sınıf”a tutunabilen sağcı kadroların tamamı devlet denilen şeyin bir süreklilikten ibaret olduğu ve muhalefetin asla “devletin varlık nedeni”ne dönük işletilemeyeceği, devletin meşruiyet referanslarının silinemeyeceği gerçeği ile yüz yüze gelmişlerdir.

Sağcı kadroların tamamı, Demokrat Parti’den Anavatan’a, Milli Görüş partilerinden AKP’ye kadar benimsedikleri “devlet ebed müddet” perspektifi dolayısıyla bu gerçeği kısa zamanda benimsemekte ve “devlet gerçeği”nin künhüne vakıf olmakta güçlük çekmemişlerdir.

Bu “devleti yönetmek istiyorsanız önce onu içselleştirmelisiniz” gibi basit bir mantığa dayanan ancak karmaşık mekanizmaları ile iktidar etme iradesini kuşatan ve dönüştüren kadim bir gelenektir.

Muhalefette iken kükreyen aslanların sonradan dut yemiş bülbüle dönmesi büyük oranda “devlet gerçeği” karşısında yaşadıkları bu “metamorfoz” ile alakalıdır.

Bu bağlamda “Kemalizm” Osmanlıdan devralınan devlet mekanizması piramidinin tepesine bir şekilde yerleşmiş ve süreç içinde kendini devletin temel meşruiyet kaynağı haline dönüştürmüştür.

Şu anda yaşanan toplumsal dönüşümün tosladığı duvar “Kemalizm”in devletin bizatihi kendisi/ruhu haline gelmiş olduğu gerçeğidir.

“Devlet” e devrimci bir perspektifle bakmayanların “Kemalizm”i tasfiye edebilmeleri işte bu yüzden mümkün değildir.

Devlete “ebed müddet” vasfını yakıştıran sağcı/İslamsı kadrolar “Kemalizm’in tasfiyesi” durumunda ortaya çıkabilecek boşluğu doldurabilecek bir ideolojik referansa ve perspektife sahip olmadıkları gibi ayrıca böyle bir durumda “kökü dışarıda mihraklar” ve “bölücüler” tarafından devletin düşürüleceği zaaf ile de terbiye edilmektedirler.

Başörtüsünden Kürt meselesine kadar hemen tüm çatışma hatlarında hükümetin bu “devlet refleksi”ni görmek mümkün.

Kemalist oligarşiyi geriletmenin öncüsü olarak görülen AKP’nin dilemması aslında bizzat devletin koruyucusu konuma gelmiş olmasıdır.

Muhafazakar camiada “Gazi” sıfatı öne çıkartılarak yeniden üretilen bu “Atatürk” figürü ile Can Dündar’ın ilahlıktan insanlığa tenzil edilmiş büyük önder “Mustafa”sı arasındaki paralellik “Kemalist oligarşi”nin özü itibariyle yerinden kımıldamadığını göstermekte.

Lakin devlete hayatını veren ruh olarak “Gazi – Mustafa” uzlaşısının benimsenmesine rağmen “devletin vücudu” üzerinde devam edegelen hangi organı kimin kullanacağı meselesi henüz çözülebilmiş değildir.

Bu durum yüzyıl önce Devlet-i Osmani’yi kurtarma peşindeki İttihatçılarla Hamidçilerin (Abdülhamid yanlıları) mücadelesine benziyor.

Meselenin bizi asıl endişelendiren yönü ise İslami camianın bu mücadelede “Hamidçi” saflarda birleşmiş olması.

Fethullah Gülen cemaatinden Özgürder’e kadar tüm İslami camianın bilaistisna, yekpare bir blok halinde bir görüntü vermesini bir sıhhat alameti olarak yorumlayamıyoruz doğrusu…(Tabii bu bizim basiretsizliğimizden de kaynaklanıyor olabilir.)

Resulün kararlarına karşı bile ashabta böylesine bir kanaat birliği olmamışken Türkiye Müslümanlarının ulaştığı bu vahdet, bizim kanaat önderlerimizin ne denli ikna edici olduklarını göstermesi açısından tarihi öneme sahiptir!

Kemalist oligarşiyi geriletmek için AKP’ye destek verdiğini iddia eden camianın Kemalist oligarşinin birincil hedefi olan Başörtüsü etrafında mücadele veren Başörtüsü platformlarına karşı takındıkları tutumları yakinen bilen biri olarak yapabileceğim samimiyet değerlendirmesini konuyu dağıtmamak adına erteliyorum.

Ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğim ki; tarih karşısında Türkiyeli Müslümanları kapitalist/ulus devletçi AKP’ye topluca “biat” etmiş konumuna düşüren bu pozisyon üzerinde çokça tefekkür etmeliyiz.

İslami bir siyasetin taşıyıcısı olabilecek potansiyelin, iradesini kendi eliyle hükümete teslim etmesi, kazanımlarımızın da sorumsuzca israf edilmesi sonucuna yol açmaktadır.

Seçmen sayısının %40-45 ine varan Hükümet karşıtı kesimin, bu karşıtlığın hedefine AKP’nin temsil ettiği vehmedilen İslami siyaseti de koyduğu gerçeğini atlayan İslami camia, aslında yaşadığı toplumun tamamına söyleyecek bir sözü kalmadığını da lisan-ı hal ile ilan etmiş oluyor.

İslami siyaset ile özdeşleştirilen AKP’ye karşı toplumda oluşan huzursuzluk hızla artarken, cemaatinden başkasını algılayamayan camiamız “sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar” telaşıyla “aile fotoğrafı”nda önlerden bir yer kapma kaygısında.

Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim; Referandumdan “Evet” çıkması halinde Tayyib Erdoğan saltanatının temelleri pekiştirilmiş olacak ve bunun faturası orta vadede Erdoğan’ın şahsından ziyade tüm İslami kesime kesilecek.

“Hayır” çıkarsa bu kısır çekişme bir süre daha devam edecek.

Ancak devletin müstağni/zalim karakteri ile hesaplaşılmasına dönük reel siyasetler üretilemediği sürece en fazla yıpranacak olan kesim tevhid ve adaletin taşıyıcısı olması gereken potansiyel olacaktır.

2 comments

  • Evet veya hayır bize ne getirecek,13 Eylül günü başörtüsü hala yasak olacak,Üniversite sınavları başvurusu için açık fotoğraflar istenecek,emekçiler sömürülmeye devam edilecek,bizler resmi veya özel kurumlarda en izbe yerlerde namaz kılmaya devam edeceğiz… bunları çokça uzatabiliriz…Yalancı bir kavga var aslında,yada kavga ediyorlarmış gibi görünüyorlar.Çünkü sistem yüklerinden kurtuluyor daha bir kaimleşiyor.Hatta olabilecek engeller entegre ediliyor.sıfır sorun oluşturuluyor.Anlaşılan başörtüsü sorununu da istedikleri gibi çözecekler,kangren sorun olan kürt sorunu sulandırıp,Kürtleri de,gerekirse Güney Kürdistanıda entegre etmeye çalışacaklar.Az sorunlu biraz yeşil liberal soslu küresel kapitalizm yaşamaya devam edecek…Alan memnun veren memnun değil mi?

  • Bu büyük kırılma dönemlerinde, özgün İslami konumumuzun ve bağımsız, devrimci İslami potansiyelin sürüdrülebilmesi için bu tür tahliller çok önemli. Ne var ki yazıda da belirtildiği gibi kanaat önderlerimiz(!)in ikna gücü(!)nün yüksekliği sebebiyle “camia”da, konjonktür hazretlerinin rüzgarına kapılma konusunda adeta icma hasıl olmuş durumda. Onca yılın birikimi mevcut sistemin muhafazakar kanadının politikalarına kurban edilirken buna karşı söz söyleyenlere karşı büyük bir mahalle baskısı söz konusu. Sitelerden yazılar kaldırtılıyor, yorumlar yayınlanmıyor, ağır abiler kimseye söz söyletmiyor. Bize de verdiğimiz emeklere yanmak düşüyor.

Bir cevap yazın