Van’da başörtüsü yasağına ve KCK davasına tepki
VAHÖP (Van Hak Ve Özgürlükler Platformu) Bileşenlerinin düzenlemiş olduğu ‘Gündeme Dair (KCK Davası- Başörtüsü Sorunu)’ Basın açıklaması Sanat Sokağında yapıldı. Gündemdeki konulardan biri olan ‘KCK Davası’ ile ilgili basın açıklamasını Platform adına Umut Işığı Derneği Yön. Kur.Üyesi Erhan ŞENGÜL okudu. Gündemin diğer konusu olan ‘Başörtüsü Sorunu’ ile ilgili basın metnini de Mazlumder Van Şubesi Yön.Kur.Üyesi Fuat DEĞER okudu.
“Müsamaha değil, başörtüsüne şartsız, sınırsız özgürlük!”
İnsanlar bugün bu ülkede hala etnik ve dini aidiyetlerini görünür kılabilecek enstrüman ve imkanları kullanmalarının engellenmesi barbarlığı ile karşı karşıyalar. Etnik aidiyetin temel görünür karinesi olan ‘anadil’ ve dini aidiyetin görünür temel sosyal karinesi olan kıyafet hala birilerinin bunu belirleme ve tanımlama iradesine mahkûm durumdadır. Anayasal ve yasal hiçbir dayanağı olmayan bu fiili yasak hukuksuzlukla maluldür ve tartışılması dahi abestir. Kaldı ki anayasa ve yasaların dahi, temel hukuk kriterlerine, temel insan hak ve özgürlüklerine ve uluslararası hukuk normlarına yaslanması gerekmektedir. Bu ve diğer temel hak ve özgürlükleri engellemeye yönelik keyfi yasaklar, Türkiye’nin siyasal sisteminin totaliterliğinin kanıtlarıdır.
Halkların inancını, geleneklerini, örf ve adetlerini ve fıtri haklarını, kıyafetine varıncaya kadar tanımlama ve düzenleme çabası, çağdaş hiçbir hukuk devletinin taşıyamayacağı kadar ilkel, paranoyak faşizmden başka bir şey değildir. Aynı zamanda sosyal, siyasi ve ahlaki hiçbir gerçekliğe tekabül etmemektedir. Kendisini insanların dış görünümü üzerinden şekilcilik basitliği ile tanımlama ve kabul ettirme çabasına düşmüş bir devlet anlayışı, sadece bürokratik oligarşinin bir işgüzarlığı değil, aynı zamanda Kemalist dayatmacılığın sefaletidir. Hakeza bunu bir devlet politikası şeklinde formüle ederek “laiklik” zırhına gerekçe kılmak da akıl ve hukuk dışı bir yaklaşımdır.
Hukuk dışı ve hatta kanun dışı bu yasak, zinde güçlerin baskısıyla yargı organı kullanılarak şimdiye kadar sürdürülmüştür. Her yasak gibi başörtüsü yasağı da siyasi ve sosyal krizlerin defakto bahanesi olarak kullanıldı. Mahkeme kararıyla bir yasaklama normu konamayacağını bildiklerinden, yasakçı zihniyet “kamusal alan” adını verdikleri ve net bir tanımı yapılamamış kauçuk bir tasarım icat ederek yasağa kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Oysaki bu bir hukuk terimi olmadığı gibi tanımdan uzak oluşu da hukukileşemeyeceğini göstermektedir. Bununla birlikte bugünlerde artık sıkça tartışılmaya başlanan bu konuda ana-muhalefetin yasağı kaldırmaktan yana imiş gibi yapıp, iş ciddiye binince eski bildik laikçi ezberini okumaya başlaması büyük engellerin başında gelmektedir. Yasağı kaldırmada “hizmet veren, hizmet alan” veya “kamusal alan” ya da “öğrenci-sivil” gibi kavramlarla öngörülen sınırlamalar, yasağı sürdürme amaçlı olup, ipe un sermeden başka bir anlam taşımamaktadır. CHP ve laikçilerin ve onların borazanlığını yapan bir kısım medyanın asıl amaçlarının “Din”in, hayatın tüm alanlarında görünürlüğünü engellemek ve onu, geri kalmışlığın bir sembolü olarak bir alt kültürmüş gibi lanse etmek amaçlı olduğu gün gibi ortadadır. Bu amacını mertçe ortaya koyamadığından her dönem yeni bir elbise giymekte ve her seçim dönemi öncesinde yaptığı ayak oyunlarını tekrarlamaktadır. Bu meyanda iktidar da, daha önce yaptığı hatayı bir kez daha tekrarlarsa yeniden tuzağa düşmüş ve oyunun figüranlarından olduğunu tescillemiş olur. Oysa bu konuda yasal bir düzenlemeye dahi ihtiyaç yoktur. Yapılacak yasal oynamalar hazırlanan oyuna gelmek ve tanımlama kapsamında, özgürlüklerin daraltılması çabasına dönüşecektir. Bu konuda yapılması gereken; iktidarın mertçe hükümet etmesi ve sahip olduğu yetki ve egemenlik alanını politik hesaplara kurban etmeden, risk alarak yasakçılara karşı hukuku kullanmasıdır.
Başörtüsü ve en geniş anlamıyla olduğu temel hak ve özgürlükler, pazarlık konusu yapılamaz ve politik hesaplar üzerinden ertelenemez. Devletin görevi, varlığı ile hayat bulduğu ve vergileriyle yapılandığı halkın haklarını korumak ve güvence altına almaktır. Hükümetin görevi ise, halktan aldığı yetki ile bu güvenceyi gözetmek ve engellendiğinde egemenlik ilkesini harekete geçirmektir.
Biz kitle örgütleri olarak, tüm siyasi partilere, yetkili ve yetkisiz olan tüm organlara ve O, bir kısım medyaya sesleniyor ve diyoruz ki; halkın etnik ve dini aynı zamanda fıtri tüm haklarını belirlemekten artık vazgeçin. Yılardır bu ülkede bir avuç elit-ulusalcı tabaka tarafından bu halka yukarıdan aşağıya giydirilmeye çalışılan bu elbise artık yırtılmaya başladı. Bu ülkenin tüm ekonomik ve insan kaynaklarını bu yolda heba etmekten vazgeçin. Devlet için halk mantığından, insan için devlet anlayışına dönüşmezseniz bu halk, bedeli ne olursa olsun sizi ya değiştirmeye veya oradan alaşağı indirmeye güç edinecek kabiliyettedir.
Mazlumder Van Şub. Yön. Kur. Üyesi
Fuat Değer
VAHÖP (Van Hak Ve Özgürlükler Platformu)
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
KCK davasına ilişkin okunan açıklama
Son bir yıldır gündeme KCK/TM davası olarak gelen ve mahkeme ediliş formatı ile yargılanma sürecinden çok bir cezalandırma görüntüsü veren dava, elan görülmekte ve sürekli ertelenerek bir sonuca bağlanmamaktadır. Davanın gündeme geliş ve operasyonların yapılışları, gözaltına alınan kişilerin polis marifetiyle kelepçelenip basına teşhir edilmeleri ile birlikte ortaya çıkan fotoğraf, bir aşağılama ve suçu ispatlamadan önce yargısız infaz görüntüsü vermiştir. Suçları yargı tarafından sabit olmamış, aynı zamanda bazılarının halkın demokratik tercihleriyle seçilmiş olmaları ve kamuoyu önünde pespaye muamelelere maruz bırakılmaları utanç vericidir. Bununla amaçlananın; Kürt siyaseti ve siyasetçilerini kamuoyu önünde gözden düşürmek, Kürt siyaset alanlarını tıkamak, güçten düşürmek ve illegalite ve şiddet kanallarının tırmandırılması, demokratik örgütlenme ve muhalefete tahammülsüzlük olduğu düşüncesi endişe ile görülmektedir.
Bir irade beyanı olarak demokratik ve hür iradeleriyle, yine demokratik ve hür bir tercihte bulunularak seçilmiş Kürt siyasetçilere reva görülen durum aynı zamanda Türkiye siyasetine ve demokratik hukuk anlayışına ağır bir darbedir. Bununla birlikte iddianamelerin ısrarla okunarak zamanın yetmeyeceği bir sürece sokulması, müdafi avukatların bu yöndeki itirazlarının makbul görülmemesi, kararın tekrar ertelenmesine zemin hazırlayacağa benzemektedir. Aynı şekilde tutukluların anadilde savunma yapma isteklerinin kabul edilmemesi de temel bir hak ihlali olarak görülmelidir. Oysaki bu talep birçok açıdan önemli ve dikkate değerdir. Öncelikle savunma hakkının hürmete medar oluş ilkesi gereği bu kabul edilmelidir. Bununla birlikte Kürtçenin bir varlık ifadesi olarak devlet televizyonunun ardından mahkeme salonlarında yankı bulması, temel hak ve özgürlüklerin ifade edilmesi açısından kayda değer bir durum olacaktı. Ayrıca, her türlü dezenformasyon ve tahribat karşısında kendi iç dinamikleri ile varlığını koruyabilmiş ve devam ettirebilmiş bir dilin, aynı zamanda öyle korkulan ve tahrip gücü yüksek tehlikeli bir bomba değil, herkes gibi ‘insanlar’ın konuştuğu doğal bir dil olduğu görülecek, bir kez daha endişelerin yersiz olduğunu gösterecekti. Bu açıdan tutukluların Kürtçe anadilde savunma talepleri takdire değer bir davranıştır. Kürtçe anadilde savunma talebi bir varlık bildirisi, ‘buradayız ve hala varız’ mesajıdır. Kürtçe, aynı zamanda Kürt kimliğinin yüzüdür, en belirgin varlık nişanesidir.
Kürt sorununda yeni evre denen ve kulislerde kalıcı barış sürecine geçileceği dillendirilen bir süreçte, Kürt siyaseti ve Kürt siyasetçilerinin bu şekilde yargılanmaları, sürece önemli ölçüde travmatik izler bırakacaktır. Demokratik siyaset kanalları ile kendini ifade eden Kürt siyasetinin önü açılmalı ve şiddete yönelten bu tür uygulamaların daha çok kan, daha çok şiddet, daha çok ölüm ve kriz getireceği artık görülmelidir.
Yargılama sürecinin yapılan bu yeni yasal düzenlemeler sonrası daha da hızlandırılması ve Kürt halkının bir irade beyanı olan seçilmiş siyasetçilerin bir an önce bırakılması veya en azından tutuksuz yargılanmaları temennimizdir. Suça karışmış olsalar dahi, insanların yargı öncesi suçlu oldukları ibraz edilmeden aşağılanıp pespaye yöntemlerle kamuoyu önünde teşhir edilmeleri ahlaksız bir zihniyet ve uygulamadır. Hakeza suçları yargı kararları ile tescil edilseler dahi insanların onurlarına yönelik her türlü uygulama ve yöntem kabul edilemezdir, ahlak ve vicdan dışıdır.
Yine Kürt Sorunu ile alakalı olarak; “anadilde eğitim ve öğretim hakkı”nın vazgeçilemez haklardan olduğunu kabul ediyor, bu yöndeki aksi tutum ve açıklamaları talihsiz buluyoruz. Almanya’dan, Türklere “anadilde eğitim ve öğretim hakkı” isteğinde bulunacaksınız ama iktidarda bulunduğunuz Ülkenin beşte birini teşkil eden Kürt vatandaşlarınız için bu en temel hakkı bile çok göreceksiniz. Bunca bedelden ve açılım söylemlerinden sonra ayıptır diyoruz.
Umut Işığı Derneği Yön. Kur.Üyesi
ERHAN ŞENGÜL
VAHÖP (Van Hak Ve Özgürlükler Platformu)