Afyonkarahisar’ın 22. eyleminde füze kalkanına tepki!

İnsan hakları sicili parlak olmayan; yıllardır mekanik/elektronik muhtıralarla ve darbelerle kapı dışarı edilen; işkencelerle, fena muamelelerle terbiye edilen ülkemiz, yeni bir İnsan Hakları Gününü kutlayacaktır. 10 Aralık günü, Dünya İnsan Hakları Günü’dür. Eskisine göre belki daha iyi derecede olan; ancak, muhakkak ki yeterli olmayan insan hakları sicilimizin düzelmesinin yegâne şartı, defalarca kez dile getirdiğimiz gibi tam sivil bir yeni anayasadır. Referandumun hemen ertesinde bu konuda çalismaya başlayacağını deklare eden siyasi iktidar, bu zamana kadar olumlu herhangi bir adım atmadığı gibi, yetersiz bir takım gerekçeler ileri sürerek yeni anayasa çalismalarinin genel seçimlerden sonra yapılacağını beyan etmiştir. Bu konu, kesinlikle acildir. Bizler, büyük çogunlukla ‘’yetmez, ama EVET’’ diyerek üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik. Görev, artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir; dolayısıyla siyasi iktidarındır. İnsan haklarının, bir bakıma barış ve kardeşliğin temelinde yine tam sivil anayasa yatmaktadır. Gönül ister ki bu İnsan Hakları Günü ve Haftasını barış ve kardeşliğin hüküm sürdüğü hukukun üstün olduğu bir Türkiye’de kutlayalım.

Geçtiğimiz haftalarda hepimizi endişeye sevk eden bir gelişme yaşanmıştır. ABD, kendi tehdit algısına göre İran’daki, Suriye’deki, Lübnan’daki ve Filistin’deki gelişmeleri dizginlemek ve sözde İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için Türkiye’de Füze Kalkanı kurmak istemektedir. NATO patentli bu teklifle Türkiye’nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur. Türkiye uzunca bir süredir ithal tehdit algısıyla şekillenmiş olan NATO’nun Füze Kalkanı Projesini onaylaması yönünde baskı altında tutulmaktadır. Bu durumda ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürmek ya da gerçek hedefi kardeş halklar olan sipariş projede “cephe ülkesi” rolünü üstlenmek gibi iki farklı misyon arasında bir tercihte bulunmasına zorlanacaktı. Fakat dün Lizbon’ da gerçekleşen zirvede NATO,  yeni yol haritası olan ‘stratejik belge’yi ve bu çerçevede füze savunma sistemi oluşturulmasını kabul etmesiyle Türkiye’ye koruculuk görevini vermiştir.

Füze

kalkanı projesinde hem Türkiye’yi hem de Batı dünyasını bölgeden kaynaklanan nükleer füzelere karşi korunacağından bahsedilmektedir. Herkesinde bildiği gibi Ortadoğu’da İsrail’in nükleer silahı elinde bulunduğu bilinmesine  rağmen hiç konu bile edilmezken neden İslam coğrafyasındaki halklar tehdit olarak algılanmaktadır ?  Bir realite karşisında sessiz kalanların bir ihtimal üzerinde kıyameti koparmaları ikiyüzlülüğün ta  kendisidir. Buradan da anlaşilıyor ki Müslüman halkları tehdit olarak algılayan NATO füzeleri, Filistin işgalcisi İsrail terör devleti için  ”muhafız” rolü üstlenecektir. Türkiye hükümetinin girişimiyle tehdit algısı ülke olarak herhangi bir ülkenin bu belgeye yazılmaması önemlidir. Fakat füze kalkanının yapıldığı takdirde Türkiye üzerinde imha edilecek olan nükleer füzelerin oluşturacağı serpintinin ülkemiz insanına vereceği zararı kim telafi edecektir. Daha öncesinde yaşadığımız Çernobil faciasının ülkemize verdiği zarar hala hafızalarımızda diri durmaktadır.

Hükümet

’ten, NATO füzelerine ev sahipliği yapmak gibi kardeş halklar nezdinde hepimizin başinı öne eğeceği kesin olan ve tarih önünde kendilerini de vebal altına alacak bu karara geri adım atması hepimizin dileğidir.

Bir cevap yazın