Ümmetçi kalınabilseydi Kürt sorunu çözülürdü

Şeyh Sait’i Fatiha okuyarak anan BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda “Kürt din karşıtlığı Kemalizmin taklididir, kökü kurusun” diyor.

Kürt siyasal hareketinin biri seküler diğeri de İslam’a bağlı iki ana damarını olduğunu ifade eden Tan, “Kürt siyasi hareketi dediğin kim? Tarih boyunca Kürt milli haklarıyla ilgili mücadele edenleri kastediyorsak ayrı bir tanım, PKK’yi kastediyorsak ayrı bir tanım var. PKK, başlangıcı sosyal Marksizm olan, laik bir harekettir. Kendi tercihi. Ama Şeyh Ubeydullah Nehri’den Şeyh Sait’ten ve Şeyh Abdülselam Barzani’den bugüne kadar bir Kürt siyasal hareketinden söz ediyorsak laik çizgiden daha yoğun bir İslami, hatta Nakşibendi çizgi var.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Kürt siyasi hareketinde dinle çatışma dönemi bitti

Altan Tan, “BDP’de “Dinle derdimiz varmış gibi görünmek, bu topraklarda karşılık bulmaz” gibi pragmatik bir yaklaşım oluşuyor mu?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor.

Bence Kürt siyasal hareketi topyekün, halkın dini inançlarına saygılı bir noktaya geldi. Müslümanlıkla çatışma veya tasfiye etme bitti. Dini toplum hayatından kazıma huyu büyük oranda değişti. Ama şu anda Kürt siyasal hareketi için ‘İslamcı’ denemez, böyle bir iddiası da yok.

Bir ankete göre Saadet Partisi’ne oy veren kadınların yüzde 70’i başörtülü. Aynı dönemde DTP’ye oy veren kadınların ise yüzde 83’ü. Yine oy veren kitlenin yüzde 80’e yakını oruç tutuyor, en az yarıdan fazlası beş vakit namaz kılıyor. Şimdi siz bu halkın inancıyla çatışırsanız mesafe alamazsınız. Bu siyasi pragmatizmin dışında da bir şey var: İnsanlar zaman geçtikçe herkesi aynı düşünce kalıbına sokmanın mümkün olmadığını görüyor. Kürt halkının içinde de sosyal demokratı var, laik olanı var, dindar olanı var. Dolayısıyla bu çoğulcu yapıyı kabul etmek zorunda kalıyorsunuz.

Türkiye’nin önünde iki yol var

Altan Tan, Özgür Haber gazetesinden Naci Sapan’a verdiği röportajda ise şu riske dikkat çekiyor:

“Geldiğimiz bu noktada iki yol var; birincisi, devlet ve hükümet ya Kürtleri bir halk olarak kabul edecekler ve eşit ve ilkeli birliktelik yeni bir Türkiye ve Ortadoğu inşa edecekler. Bu devlete ve hükümete önerilerimizdir. Bunun da yolu çok basittir ve çok kolaydır. Evrensel kriterlere göre yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu inşa edilebilir.

Bu sorun artık Suriye, İran ve Irak’ı da ilgilendiriyor. Yeni Ortadoğu derken, ilk önce çevremizdekilerle doğru dürüst bir ilişki kuracağız.

İkincisi, veya devlet bu yola girmeyecek, ben bugüne kadar yaptığım yoldan başka bir yol tanımıyorum. Siz bir halk değilsiniz. Siz bir alt kimliksiniz gibi safsatalarla yoluna devam edecek. Böyle devam ederse; diyelim ki, PKK’yi ve BDP’yi ikna etse bile veya tasfiye etse bile Ortadoğu’daki milyonlarca kürdü ikna etmesi mümkün değildir. İmha etmesi hiç mümkün değil.

Bu mesele artık BDP ve PKK’nın çözülmesi ve tasfiye edilmesinin de ötesine geçmiştir. Onun için buna devlet ve hükümet karar verecek. Bu bir mevsimde çözülebilecek bir meseledir. Ama hazır değilim ve bu noktada yine inat edeceğim derse, onlara da yazık bize de yazıktır. Burada bir çözümsüzlük çıkar. Seni teslim almaya çalışıyor olur. Sen teslim olsan bilse senin torunun ve çocuğun teslim olmayacak. Onun için İmralı’da yapılan görüşmeler Kandil’de yürütülen görüşmelerin gelip dayanacağı nokta budur. Tasfiyemi, yoksa eşit adil bir kabul mü? Bir ortaklık mı? Ama maalesef şu an devlette ve hükümette kalıcı bir irade gözükmüyor. Bu noktada Kürtlerde meşru zeminde demokratik mücadelelerini mecburen devam ettireceklerdir. Ben artık bu işten vazgeçiyorum demek kendi kendini inkâr etmek demektir…

Türkiye’nin önünde iki yol vardır. Bunlardan birisi birlikte yaşama projesidir. İkincisi ise kopuş projesidir.

Biz onurlu adil ve herkesi tatmin edecek barış yapacağız. Kürtler bütün kimlik haklarını alacaklar. Herkes Müslümanların sıkıntılarını dile getirirken başörtüsünden bahsediyor. Birinci en somut şey budur. Sembol haline gelmiş mücadele budur.

Kürt siyasal mücadelesinde de sembol diyebileceğimiz iki unsur var. Birincisi ana dilde eğitim, İkincisi kendi kendini yönetebilme. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir proje ile bunları sağlayarak birlikte yaşayabilmeyi inşa etmelidir. Bunu yapamadığı anda çatışma ve kopuş süreci başlar. Çatışma ve kopuşu hiç kimse istemez. Aklı başında Kürtler ve Türklerde bunu istemez. Bütün dünya birlikte yaşamaya mecburdur. Kültürel şartlardan dolayı. Dolayısıyla Kürtler ve Türkler birlikte yaşamayı, ama onurlu bir şekilde projelendirmelidir. Ama kopuştan başka bir seçenek kalmazsa, bunun maliyeti ne kadar ağır olursa olsun, tepyekün imha olmaktan daha iyidir. Ama bunu tekrar söylüyorum; aklı başında hiç kimse arzulamıyor. Bende arzulamıyorum ve asla da arzulamam.’’

İslami çevrelere çağrı

Altan Tan söyleşinin sonunu İslami kesime çağrı yaparak bağlıyor ve şunları söylüyor:

“Şimdi burada da İslami kesime çağrım şudur; Önce doğru İslam hukuku ve akidesinin olduğu noktasına gelin. Ondan sonra devlete AKP’ye, BDP’ye ve PKK’ye olan mesafenizi belirleyin. Doğrulara doğru, yanlışlara yanlış deyin. Ne AKP’li, ne BDP’li, ne PKK’li, nede devletlu olun. Kendiniz gibi olun.

Bu mesafe belirlendiği zaman çözüm kendiliğinden çıkacaktır. Yani Kürtçe ana dilde eğitim bir halkın yani Kürtlerin veya Arapların veya Çeçenlerin hakkı değil midir? Bunu yapalım yönetim şekli ortaya çıkacaktır. Şu anda gelinen nokta iktidarın ve devletin yanında durmadır. Buda çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Bu günaha ortak olmadır. Aynı şekilde benim de mesafemi doğru ayarlamam gerek. Bu günah AKP’ninde olabilir BDP’ninde günahı olabilir. Devletin de olabilir. PKK’ninde. Günahlara ortak oluruz. Doğru olan her şeye de destek vermemiz lazımdır. Devletin de BDP’ninde, PKK’nin de, AKP’ninde. Doğru ve haklı bir talepleri varsa, bizim buna destek vermemiz lazımdır.’’

Bir cevap yazın