Ya İsrail yarın özür dilerse?
Bağımsız bir ülkenin dahi kendisini yönetebilmesi diğer ülkelerle kurduğu ilişkilerle doğrudan alakalıdır.
Kiminle dost olduğunuz haddizatında kiminle düşman olduğunuzu da belirler.
Bunun tam tersi de mümkündür.
Devletler arası ilişkiler yıllar hatta yüzyıllar içinde gelişen, çok ani değişimler olmazsa da temel hatlarını muhafaza eden bir yapıya sahiptir.
Sermaye birikiminin tarihsel serüveni, -“devrimler”in müdahaleleri dışında-belli devletleri diğerlerinin üzerinde hakim olmasını, beraberinde kimlerin kimlerle dost, kimlerle düşman olduklarını da belirlemiştir.
2. Dünya Savaşı sonrasında, ulus devletlerin imparatorlukları dağıtması, sömürge yönetimlerinin tasfiye edilmesi, Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan 1947- 1991 arası dönemde ise “Doğu ve Batı” blokları olarak kutuplaşmaları ulusların olmasa da devletlerin tercihlerini yansıtmış sonraki politikalarını belirlemiştir.
Bu yüzden Uluslararası ilişkilerin mahiyeti devletin hangi kampa ait olduğu üzerinden anlaşılabilir.
Blokların kendi içlerindeki farklılaşmalar, ihtilaflar hatta çatışmalar, küresel siyaset açısından belirleyici olamazlar.
“Anglo Sakson”larla Kıta Avrupası arasında ya da Almanlarla Fransızlar arasında ya da Sovyet/Rusya – Çin/Kızıl Çin arasındaki rekabet nihai tahlilde aynı kampın üyeleri olarak yüksek menfaatleri noktasında ortak hareket etmeleri gerçeğini değiştirmemiştir.
Genel bir dünya tarihi okumasıyla bile bunun binlerce örneğini görebiliriz.
Bölgesel ve lokal güçler, orta ve küçük devletler açısından ise bu “bloğa ait olma” durumu, her zaman öz menfaatine uygun düşmese dahi kırılamaz bir şeydir.
AKP’nin Batı’ya karşı geliştirmeye çalıştığı “derin strateji” aslında yüzyıl önce Osmanlı’nın Batının ezici gücüne karşı koymak, ancak batı karşısındaki kendi zilletini gidermek için de yine onu taklid etmek dışında bir siyaset geliştirememesinin gerilimi ve zaafları taşıyor.
Batı ile Kemalizm üzerinden kurulan köprü, yerine yenisi ikame edilemeyecek kadar yerleşmiş…
Bu yüzden aynı köprü üzerinden, Batı’ ya dayı denmeye devam edilirken “şanlı mazi” onulmaz bir yara gibi her fırsatta kendini hatırlatmakta.
Ancak devletin temel siyasetini, Batı bloğuna ait olması gerçeğini değiştirtemeyeceğinin farkında olan hükümet, bu siyasetin çerçevesi içinde diplomasi yi kullanarak bu bastırılmışlığını telafi etmeye çalışıyor.
Salt Tarihi/Kültürel kavramlarla oluşturulmaya çalışılan “yeni Osmanlı” mefafiziği, batı’nın fiziki gücü karşısında sürekli bir histeriye dönüşüyor ve işin vahimi iktidarını pekiştirmek uğruna bunu topluma yansıtıyor.
Türkiye İsrail arasındaki ilişkileri bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Her şeyden önce bu ilişki aynı bloğa ait olmanın gerçeklerini mündemiçtir.
Bu iki ülke kendi inisiyatifleri ile değil ait oldukları Batı ittifakının/NATO’nun zorlamasıyla dost kılınmışlar, tüm siyasetlerini, bu aidiyet üzerinden oluşturmuşlardır.
İsrail’in batı ile kültürel olarak ta aynı havzaya ait olmasına karşın Türkiye toplum olarak doğu ile batı arasına sıkışmış, devlet olarak ise batıya entegre olmanın verdiği sancıyı yaşamaktadır.
AKP hükümeti devletin batı tercihini sözde sorgulamakla beraber, aslında yerine koyabileceği ideolojik bir tercihe sahip değildir.
Ancak bu çıplak gerçeğe rağmen AKP hükümeti iktidara geldiğinden beri kamuoyuna yalan söylemekte ve her krizde bu yalanlar tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Son olayda kamuoyuna bir zafer gibi sunulan çıkış da aslında bu vehameti gözler önüne koymaktadır.
Karizmasını fena halde çizdiren Hükümet, aldığı yaptırım kararlarıyla aslında tersinden şunu itiraf etmektedir:
“Eğer özür diler, yerle bir olan prestijimizi onarırsanız, askeri anlaşmalar da, istihbarat paylaşımı da, Konya semalarında pilotların eğitimi de, ortak askeri tatbikatlar da, milyar dolarlık ticarette devam edecektir.”
Zira gerek Cumhurbaşkanı’nın gerek Davutoğlu’nun belirttiği gibi, ilişkileri bozan Türkiye değil İsrail’dir ve böyle yapmakla Türkiye’nin dostluğunu kaybedecektir.
Aylardır ABD ve BM nezdinde diplosi yapan AKP hükümeti, diplomasinin siyaseti belirlemede ne kadar yetersiz olduğunu anlamış olsa gerektir.
Zira aynı gerçeğin farkında olan İsrail kılını bile kıpırdatmamış, özür dilemeyi reddedmiştir.
Bizim mahalleye gelince; AKP ile ortak histeriyi paylaşan, dumura uğramış enteliyansiyamız bu ikinci “van münüt” vakası ile de kendinden geçmiş durumda maalesef…
O yüzden bu soruyu aslında şimdi onlara sormak istiyorum.
Ya İsrail yarın özür dilerse ne olacak…?
2 comments
ÖZÜR DİLESELER NE OLUR? YAPILAN BİLİNÇ DIŞI BİR HATA VEYA YANLIŞLIK DEĞİLKİ… BUNDAN SONRA ZORLA ÖZÜR DİLESE NE OLUR DİLEMESE NE OLUR.
ÖNCE BUNLARLA TİCARET YAPANLARIN KENDİ MİLLETİMİZ İNSANLARININ; EY VATANDAŞ BEN SENİN MALINI ALMIYORUM İSRAİLOĞULLARININ MALINI PARA VERİP ALIYORUM BUNUN İÇİN ÖZÜR DİLERİM VE BUNDAN SONRADA KALİTESİZDE OLSA PAHALIDA OLSA SENİNLE ALIŞVERİŞ YAPACAĞIM!!! DEMESİ LAZIM GELİR. BÖYLE BİR ÜMİT VARMI DİYE SORARSANIZ ? HAYIR…
YARIN İSRAİL ÖZÜR DİLERSE ŞEHİTLER CANLANIP GERİ GELECEKLER SANKİ HİÇBİRŞEY YAŞANMAMIŞ GİBİ YAŞANANLAR GERİ SARILACAK YAPILANLARIN HATA OLDUĞU ASLINDA İSRAİL İLE ALAKASININ OLMADIĞI ANLAŞILACAK. BİZİMDE İSRAİLE KARŞI VİCDANIMIZ SIZLAYACAK YAA ADAMLARI YANLIŞ TANIMIŞIZ DİYE.. VE TEKRAR ESKİSİ GİBİ SEVİP SAYMAYA VE KOŞULSUZ TİCARETE DEVAM EDECEĞİZ. HEP DERİZYA BİZ ÜÇKAĞITÇIYIZ DİYE YAHUDİ ÖYLE DÜRÜSTKİ BİR GÜN ŞÖYLE OLMUŞTU BÖYLE OLMUŞTU ADAM PARAYI GERİ GETİRDİ VAY BEE BİZ OLSAK VARYA HAYATTA…