Başörtüsü yasağında neredeyiz?

Günümüzde, özellikle bürokraside daha demokrat kadroların iş başına gelmesiyle üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kayda değer biçimde azaldığını söylemek mümkün. Ancak siyasî iklim değiştiği anda, yasağın tekrar tüm hızıyla üniversiteleri kuşatmayacağının da hiçbir garantisi yok.

Zira hâlen başörtüsü ayrımcılığını engelleyen bir yasal düzenleme yapılmış değil. Hayatımızın orta yerinde duran pekçok mesele gibi, başörtüsü özgürlüğüne dair umutlar da “yeni anayasa”ya havale edilmiş görünüyor.

Ayrıca yasağın pekçok okulda uygulanmıyor olması, hâlâ yasağın tüm can yakıcılığıyla devam ettirildiği okulları ve mağdur edilen öğrencileri görmezden gelmeye sebep oluyor.

Şu anda başörtülü öğrencilerin bir kısmı (“cesaret” ender bulunan bir erdem olduğundan aslında pek azı) yasakçı öğretmen ve yönetimlerle tek başlarına mücadele etmeye çalışıyorlar.

Notların kırılması, haksız yere sınıfta bırakılmak gibi tehditlere ve bazı durumlarda hakaretlere maruz kalıyorlar. Yeni YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya’nın bu hususta atabileceği bir adımın, kurabileceği bir cümlenin yolunu gözlüyorlar.

Hâlbuki olması gereken bu değil. Başörtüsü yasağı yürütmesi, yargısı ve yasamasıyla devletin üç ana kurumunun işbirliğiyle ayakta tutulan bir yasaksa, bu hususta üç kurumun da atması gereken adımlar var.

Geçtiğimiz günlerde Mazlum-Der, Avukat Fatma Benli’nin hazırladığı “1964-2011 Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Yasağı Kronolojisi” başlıklı raporu yayınladı. Rapor 1964’ten bu yana başörtülü kadınlara uygulanan ayrımcılık pratiğinin tarihini ortaya koyuyor.

28 Şubat sürecine doğal olarak özel bir yer verilen rapor, yasak çerçevesinde gelinen noktayı belgelerle gerçekçi bir şekilde resmediyor.

Tamamı için Yeni Şafak

 

 

 

Bir cevap yazın