Büyümeden yaşamak?

Gelişmiş ülkelerin çok uzun sürecek bir iktisadi durağanlığa girdiklerine dair öngörüler daha fazla dile getiriliyor.

Sadece kapitalist sisteme eleştirel bakan iktisatçılar cephesinden değil, piyasa ekonomisinin dinamiklerinin toplumsal sorunları kendiliğinden çözeceğine inanan iktisatçılar da gelecek büyüme ile ilgili karamsar değerlendirmeler dile getiriyor.

Bunların arasında Northwest Üniversitesi’nden Profesör Robert J. Gordon’un yazısı dikkat çekici.

Gordon’un, ‘ABD büyümesinin sonuna mı geldik?’ başlığını taşıyan yazısı, aslında ABD örneği üzerinden, gelişmiş bütün ülkeleri doğrudan ele alıyor.

Yazının ana teması, 21. yüzyılda toplam üretkenlik artışında, geçmiş yüzyıla kıyasla çok az ilerleme kaydedileceği. Özellikle 1950-1975 arasındaki son büyük üretkenlik artışı dalgasını beklemenin nafile olduğu.

1990’lar ortasıyla 2000’ler ortasında yaşanan yeni canlanmanın soluğunun çok sınırlı kalması ve büyük bir durağanlık dönemine yeniden girilmesi bunun göstergelerinden biri…

Sınırsız büyüme hülyası 19. yüzyıldan itibaren insanlığın aklına düştü ve 20. yüzyılda zirvesini yaşadı. Özellikle ikinci sanayi devrimi, ekonomi ve toplum üzerinde çok büyük bir dönüştürücü etki yarattı. Toplumsal sorunların ekonomiyle çözülebileceğine inanç bu dönemde pekişti.

Üçüncü sanayi devriminin motorunu bilişim alanındaki gelişmeler oluşturuyor.

Gordon, bilgisayar, internet ve çipler üzerinden etkisi yayılan bu yeniliklerin, günlük yaşam organizasyonunda, tüketim seviyesinde çok büyük alanlar açmadığını belirtiyor. Dolayısıyla emek üretkenliğinde potansiyel olarak büyük artış imkânları taşımasına rağmen, bunun tüketim alanına yansıması cılız kaldığı için, büyümenin taşıyıcısı olmakta sınırlı kalıyorlar…

Gordon, ABD’nin geçen yarım yüzyılda, İkinci Dünya Savaşı sonrası doğum patlamasının ve kadınların kitlesel olarak emek piyasasına katılmalarının yarattığı tüketim-büyüme döngüsü rantını artık tükettiğini belirtiyor.

Küreselleşme, enerji maliyetlerindeki artış, eğitim seviyelerinin birbirine yakınlaşması da orta sınıfların tüketim seviyelerinin düzenli yükselmesine dayalı toplumsal barışı giderek daha fazla tehdit eder hale geliyor.

Gordon’a göre, 21. yüzyılda, gelişmiş ülkelerde, çok sınırlı bir elit zümre dışında (nüfusun % 1’i mi?) kalanların (yani Wall Street’i İşgal Edelim hareketinin ‘biz’ olarak tanımladığı % 99) kullanılabilir gerçek gelirleri artmayacak ya da çok çok yavaş artacak.

Bu öngörüye gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisi pastasını giderek daha fazla yükselen ekonomilerle paylaşma zorunluluğunu da ilave edersek yeni büyük toplumsal çatışma alanlarını öngörmek bir kehanet olmaktan çıkıyor.

Büyüme her sorunu çözer imanıyla önümüze bakmaya devam etmek yerine, büyüme olmadan toplumsal sorunlar nasıl çözülür diye düşünmenin zamanı gelmedi mi?

AHMET İNSEL

tamamı için Radikal

 

 

Bir cevap yazın