
Cumhuriyet’in İlanı, Geçmişten Radikal Bir Kopuş İçindi
Sakarya Dayanışma Derneği’nin Çarşamba Seminerleri’nde konuşan Kadrican Mendi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi ve Tek Parti dönemini anlattı
Sakarya Dayanışma Derneği’nin Çarşamba Seminerleri’nde, Yakın Tarih Tartışmaları başlığı altında başlayan serinin ilk iki programında konuşan Kadrican Mendi, önce Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi, sonrasında ise Tek Parti dönemini anlattı. Osmanlı’nın klasik döneminde devlet ve siyaset geleneğiyle toplum arasındaki ilişkileri detaylı bir şekilde tahlil eden Mendi, Tanzimat dönemiyle birlikte klasik Osmanlı devlet yönetimi anlayışının da ciddi şekilde değişmeye başladığını belirtti.
I. Mahmud döneminde devleti kurtarmak için başlatılan modernleşme projesinin, kendi açmazlarını da beraberinde getirdiğini ve dolayısıyla bir bakıma devletin çözülüşünü ve çöküşünü hızlandırdığına dikkat çeken Kadrican Mendi, bu dönemin sonucunda Yusuf Akçura’nın Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük şeklinde kategorilendirdiği üç tarz-ı siyasetin şekillendiğini ifade etti. Mendi, her ne kadar bu kuşaklar ayrı ayrı kategorilendirilseler de, aslında düşünsel olarak arada ciddi geçişkenlikler olduğunu fakat tezlerinin pratize edilmesi açısından mevcut şartlarda önceliklerin değişkenlik arz ettiğini söyledi. Osmanlı’da devlet yönetiminin 1908’de fiilen bitmiş vaziyette olduğunu, İttihat ve Terakki ile yeni bir sürecin başladığını belirten Mendi, 1900’lü yılların başından 1923’e gelene kadarki bu dönemin yarattığı büyük sarsıntılarının, savaşlarının, askeri ve siyasi çalkantılarının bu üç siyasetin normal mecrasında akmasına imkan tanımadığını ve kendi doğal sonuçlarına varamadığı; bu esnada sahneye çakan Mustafa Kemal’in de, Cumhuriyet’i ilanı ve geçmişten her anlamıyla radikal bir kopuş çabası gütmesiyle Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük siyasetlerinin bastırıldığını belirtti.
Kadrican Mendi, “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Geçiş ve I. Meclis” başlıklı oturumu, I. Meclis’in yansıttığı siyasal atmosferi değerlendirerek bitirirken, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tevarüs eden devlet geleneğinin ve bu geleneğin ürettiği sorunlar ile bu sorunlara karşı geliştirilen siyaset tarzlarının doğru şekilde tahlil edilmeden, bugünün güncel meselelerinin de kolay anlaşılamayacağını ifade etti.
I. MECLİS’TEN TEK PARTİYE GEÇİŞ VE CHP’Lİ YILLAR
Kadrican Mendi, Yakın Tarih Tartışmaları’nın ikinci seminerinde, “II. Meclis’ten Tek Partiye Geçiş ve CHP’li Yıllar” konusunu değerlendirdi. Programın başlangıcında, ilk hafta yapılan seminerin geniş bir özetini paylaşan Mendi’nin sunumundan bazı pasajlar ise şu şekildeydi:
* Osmanlı klasik sistemi, tüm yapılan değişim ve dönüşüm hamlelerine rağmen işlerliğini yitirince, Tanzimat’la birlikte kapitalist dünya sistemine entegre olma yoluna girdi ve bunun alt yapısını oluşturmaya başladı. Bir yandan toplumsallığı aynı şekilde muhafaza edip, diğer yandan ise devletin modern dünya sistemine entegrasyonu çabasının aynı anda yürümediği, zaman içinde ortaya çıktı. II. Abdülhamit’in izlediği istibdat siyaseti dahi, o dönem toplumdaki değişimi, düşünsel arayışları ve bundan neşet eden hareketleri zapt etmeyi başaramadı. Nitekim bu sürecin içinden iktidarı ele alarak çıkmayı başaran İttihat ve Terakki de, o dönem üst üste gelen büyük olayların içinden dilediği gibi çıkamadı ve I. Dünya Savaşı’nda sahne tamamıyla değişmiş oldu.
* Anadolu’nun işgaliyle birlikte Milli Mücadeleyi örgütleyen İttihat ve Terakki, diğer taraftan da 1908’den itibaren başlattığı “milli bir sermayenin” biriktirilmesi siyasetini devam ettirdi. Fakat I. Meclis’in feshedilmesi ve Mustafa Kemal’in önce II. Meclis’i ataması ve sonra da Cumhuriyet’i ilan ederek devleti ele geçirmesi, İttihat ve Terakki’nin tüm hesaplarını alt üst eden bir durum oldu.
* İttihat ve Terakki, kendi milli sermayesini, sermaye sahibi orta ve büyük ölçekli burjuvalarını yaratmak için ciddi ve örgütlü bir mücadele vermişken, imtiyazlı bir sınıf yaratmak için iktisadi ve siyasi birçok projeyi uygulamaya koymuşken; Mustafa Kemal’in kendi kadrosuyla etkinliğini arttırmasına karşılık verememesi akabinde gelen İzmir Suikastı iddiası, İttihat ve Terakkicilerin ciddi şekilde tasfiyesiyle sonuçlandı. İttihat ve Terakki’nin tasfiyesi sonrası Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanlığı’na geçerek, kendisine siyaset üstü ve la yüs’el bir konum biçti.
CUMHURİYET KURULMADI, APAR TOPAR İLAN EDİLDİ
* Cumhuriyet’in bir gece yarısı Meclis’ten geçirilen bir kanun değişikliği neticesinde apar topar ilan edilmesiyle, Ankara da siyasetten sonra sermayenin de merkezi haline getirilmeye başlandı. Bu dönemde, özellikle Ege-Akdeniz hattındaki eşraf –ki bunlar aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin zenginleştirdiği sınıftır- bu yeni merkezin dışında kalmıştır. Haliyle bugün merkez ve çevre olarak tanımlanan ayrışma, bu süreçte belirginleşmeye başlamıştır.
* Bu dönemin iktisadi şartları da, birçok sosyal ve siyasal sorunun tahlilinde dikkate alınması gereken bir konudur. Nitekim I. Dünya savaşıyla birlikte, tüm dünyada bir başarı hikayesi olarak parlatılan Amerikan modeli, 1929’da yaşanan büyük buhran ile birlikte sorgulanmaya başladı. Doğu’da Sovyetler kendi ekonomi modelini öne çıkarırken, Avrupa’da ise faşizm yükselen dalga oldu. Serbest piyasa ekonomisinin girdiği kriz neticesinde, devletin müdahale ve kontrol ettiği ekonomi modeli arayışları sürerken, bu tür modeller özellikle İsmet İnönü ve çevresince destek buluyor.
* Merkez ve çevre meselesinin bir diğer boyutunda da, Kürtler vardır. 1925’li yıllardan itibaren Şeyh Sait ile başlayan, Ağrı, Van, Dersim gibi isyanlarla devam eden başka bir durum söz konusudur. Mustafa Kemal buna karşı siyasetini Doğu ve Batı şeklinde iki ayrı zeminde geliştirmiştir. Batıda, kendine sosyal ve sınıfsal bir taban yaratmaya çalışırken, doğuda ise Kürt toplumsallığını bastırma, asimile etme ve devşirerek merkeze entegre etme odaklı politikalar yürütmüştür. Fakat her şeye rağmen, tek parti döneminde ne doğuda ne de batıda istenen hedeflere ulaşılamamıştır.
ANKARA’NIN DIŞINDA CUMHURİYET’İN BİR KARŞILIĞI KALMAMIŞTI
* Ankara’nın etrafında öbeklenen bürokratik ve rantiyeci gruplar, çevrede eşrafın ya da Anadolu sermayesinin gelişimine ket vurmaktadır. Mustafa Kemal ise Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı toplumda gelişen öfkeyi ve tepkiyi fark etmiştir. Serbest Laik Halk Fırkası’nın kurulmasını teklif ederek de, bir bakıma halkın dizginsiz öfkesini bu fırka üzerinden ölçülebilir ve kontrol edilebilir bir noktaya çekmeyi istemiştir. Bu dönemde, Serbest Fırka’ya en fazla desteğin, özellikle Ege-Akdeniz hattından, bir zamanlar İttihat ve Terakki’nin siyaseten ve ekonomik olarak ciddi şekilde yatırım yaptığı eşrafın yoğun olduğu yerlerden gelmesi dikkat çekicidir. Buna karşılık Serbest Fırka da CHF’ye muhalefetini izlediği ekonomi politikaları üzerinden yürütmüştür.
– Serbest Fırka için düzenlenen yurt gezisinin, halkın infial düzeyinde bir halet-i ruhiye içinde destek vermesi, kalabalıkların coşkulu desteği, Ankara’da müthiş bir panik havası yaratmıştır. Bu destek, Ankara iktidarına karşı bir ayaklanma gibi okunurken, bu kısa süreli tecrübe, Mustafa Kemal tarafından çevreyle tüm irtibatları ve ittifakların geri dönülmez biçimde kaybedilmiş olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim gerçek de böyleydi. Artık mevcut toplumsal gruplarla, çevreyle buluşamayacağını anlayan Mustafa Kemal ve CHF, bundan sonra kendisine yeni bir toplumsal taban yaratma çabasıyla Kemalist nesil yetiştirme projesine hız verdi. 1930’lu yıllarda Ankara’nın kendi içine kapanan, faşizmi modelleyen, kalkınmacı ve devletçi ekonomiyi benimseyen siyaseti, bir bakıma Kemalist ideolojiyle endoktrine edilmiş yeni bir toplumu yaratma çabasıyla da buluşmuştu.
– Kadro Dergisi, tek parti döneminde, Ankara’nın yeni yönelişinin düşünsel altyapısını hazırlama çabasının bir tezahürüydü. Dergi, Kemalizm ideolojisine bir içerik kazandırmayı amaçlıyordu. İddiaları ise kapitalizm ile sosyalizm arasında üçüncü bir yol olarak Kemalizmi, diğer toplumlara bir model olarak sunabilecek düzeyde geliştirmeyi planladı. Dergi, daha sonraki yıllarda da, Kemalizm ve sol arasında bir köprü vazifesi gördüğü şeklinde de değerlendirilmiştir.
TEK PARTİ’NİN BASKICILIĞI ÇEVREYLE İRTİBAT KURAMAMASINDANDI
-Kemalizm, o dönemin koşullarında adeta bir “Türk faşizmi” olarak kurgulanmış gibiydi. Fakat Almanya yada İtalya’da olduğu gibi, gerçek bir faşizme dönüşebilmesi için gereken imkanlardan ve özellikle de kitlesel bir tabandan mahrumdu, haliyle totaliter bir iktidar kurulamadığı için Ankara, giderek artan oranda otoriter bir tek parti rejimiyle yönetilmeye başladı. Devlet, kendisini toplumsallıkla ilişkilendiremediği, onda meşru bir karşılık bulamadığı için dayatmacılıkla ayakta kalmaktan başka bir yol bulamazdı. Nitekim CHF’li yıllarda siyaset ve toplumsallığın adeta sıfırlanarak, mevcut baskı ortamında, Kemalizm etrafında bütünleşmiş, tek tip bir topluluğun en baştan yaratılmak istenmesi bu mecburiyettendi. Bu durum, devletin daha sonraki yıllarda siyasal aklını belirleyen bir şeye de dönüşmüştür.
-Son olarak 1940’lı yıllara gelindiğinde, devlet kendisini revize etmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, bir kez daha çevreye açılım yapmayı denemişse de, bunun artık CHF üzerinden gerçekleşmesinin mümkün olmadığı artık iyice anlaşılmıştı. CHF’nin içinden doğru gelişen Demokrat Parti tecrübesi de, aslında bu tür bir açılım arayışı içinde değerlendirilebilecek bir süreci işaret etmekteydi.