
Güvenliğimiz ve Özgürlüğümüz Birlikte Paketleniyor!
Şu sıralar ülkede bir “meclis” olduğunu hatırladık.
Uzun dönemdir, siyasal iktidarın tek belirleyici olduğu bir düzende giderek işlevsizleşmeye başlayan Meclis’i hatırlatan ise asli vazifesini yapması değil de, kavgaya sahne olmasıydı.
Kamuoyunda “İç Güvenlik Paketi” olarak bilinen yasal değişikliklerin yarattığı gerilim, sonunda Meclis kürsüsünde şiddete dönüştü.
Lakin oradaki şiddet, bundan sonra toplumsal olaylarda başımıza gelebileceklerin ancak fragmanı sayılmalı.
Paketle ilgili eleştiriler malum. Paketteki bazı maddelere ilişkin toplumun farklı kesimlerinden bir çok itiraz geldiği de öyle. Bunlara rağmen, özgürlük-güvenlik dengesini özgürlük aleyhine bozan ve adı kalmış “barış süreci”ne zarar verecek hususlar dahi içeren tasarıda herhangi bir değişikliğe gidilmedi.
Konuyla ilgili Mazlumder’in yaptığı açıklama durumu özetliyordu. Oradaki eleştirilere bakınca, tasarının, mevcut haliyle, toplumun iradesini ipotek altına alma maksadına hizmet edeceği rahatlıkla söylenebilir. Herkesi makul şüpheli haline getiren bu tasarı yasalaştığı takdirde; yargı görevi yapmayan ve idare adına taraf olan mülki idare amirlerinin ve güvenlik güçlerinin yetkisi daha da artmış olacak. Böylece kendilerine insanları hürriyetlerinden mahrum bırakma, üst ve arabalarını arama, telefonları dinleme gibi geniş bir yetki alanı açılacak. Oysa bu tür kararlar, yargı makamlarının dahi kılı kırk yararak alması gereken kararlar.
Şimdi bunlar yargının bir ayağı olan hukukçu savcılardan fiilen alınarak, mülki amirin veya polis şefinin yetkisine ve hatta keyfine bırakılacaktır. Bu durum, kişilerin, özellikle muhalif siyasi görüşte olanların kendilerini güvende hissedemeyeceği bir korku toplumuna doğru yol alındığı algısını güçlendirecek, telafisi mümkün olmayacak sosyal yaralara sebep olabilecektir.
Polis devletine doğru adım adım ilerlediğimizin bir diğer nişanesi ise Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’ndaki değişiklik. Buna göre emniyet güçlerinin silah kullanma yetkisi iyice genişletiliyor. Artık polis; kendisi veya başkası için hayati tehlikenin varlığını gösteren objektif durumla karşılaşmasa da; silahını, kendi kişisel tecrübesine bağlı olarak tespit edeceği “makul şüphe”nin varlığı halinde kullanabilecek. Bunun geçmişte neyle sonuçlandığını biliyoruz.
Ama işin bir de şimdiki hali var. Bilindiği üzere, 2007 yılında, PVSK’nun 16. maddesindeki değişiklikle; güvenlik güçlerine “kendi öngörüsü ve takdiri ile zor ve silah kullanma yetkisi” verilmişti. Bu değişikliğin getirdiği uygulamalar sonucu, son 8 yıllık sürede, kendisi veya başkası için tehlike arz etmediği halde, “kaçtı, direndi, arabasını durdurmadı” gibi gerekçelerle tam 183 kişi vurularak hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla, mevcut yetkilerde kısıtlamaya ihtiyaç varken, yetki artırımına gitmek, vatandaşların can güvenliği açısından mevcut riski daha da arttıracaktır. Bu riske rağmen pakette değişikliğe gidilmezse, bizzat güvenliğin sağlanması adına çıkarılan yasalarla, güvenlik kavramının kendisi de, can güvenliğimiz de tehlike altında kalacaktır.
Söz konusu tasarının hazırlanmasında, yaşanan şiddet olaylarının ciddi etkileri söz konusu olduğunun farkındayım. Fakat bu tür durumların dönemsel krizler olduğunu da unutmamız gerekiyor. Bu nedenle, dönemsel durumlara bakarak geçici ve sorunu büyütecek değişiklikler yerine, daha kalıcı çözümlerin geliştirilmesi daha doğru bir tavır olacaktır.
Sosyal barış ve güven içerisinde yaşamanın temeli, siyasi iradenin ve bürokratik idarenin sürekli adalet arayışı ve uygulaması içerisinde olduğuna duyulan inançtır. Bu inancın kaybolmasına ve temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açacak kanunlar, beklenenin tam tersi bir sonuçla; hak ihlallerinin, toplumsal sorunların, adaletsizliklerin, suçların artmasına sebep olacaktır.
Beytullah Emrah Önce