Darbe karşıtlığı ne zaman emperyalizm karşıtlığı anlamına gelir?

KADRİCAN MENDİ – Hem o akşam kendi yaşadığımız tecrübede, hem de bizzat yaşayanların aktardıklarından anlıyoruz ki; 15 Temmuz gecesi darbeye karşı çıkanlar ya da o anda dışarda olup tankların üstüne yürüyenlerin ortak paydaları, tepkilerinin kendiliğinden ve spontane oluşu…

Ancak bu  kendiliğinden tepkinin hemen arkasından, daha ilk saatlerden itibaren başta polis olmak üzere emniyet güçleri tarafından kontrol edilen ve yönetilen, halk iradesinin sırf “kitlesel güç” olarak kullanıldığı ikinci bir sürecin ortaya çıktığını görüyoruz.

Dolayısıyla tüm boyutlarıyla sürdüreceğimiz tartışmaya da buradan başlamak lazım; özünde “gezi”yi de besleyen, yeni bir kamusallık içinde oluşmuş, kazanımlarını ve dolayısıyla tüm topluma ait olanı koruma yönünde ciddi refleksler geliştirmiş, “yeni bir insan”ı var eden dinamiklerin, bir sonraki adımda örgütsüzlüğün verdiği dağınıklıkla sürecin pasif bir parçası, bir devlet aparatı haline dönüşüvermesi…

15 Temmuz gecesi ortaya çıkan bu kamusal itiraz ile ertesi sabahtan itibaren ortaya çıkan “kitlesel kutlama”ları bu açıdan birbirine karıştırmamak lazım. ilk tepkilerin sahiciliği karşısında, üç haftadır devam ettirilen hükümet kampanyasının dönüştüğü atmosferi; “tek ve aynı” vakıa şeklinde gösterip, bir de bunun üzerinden siyasal alanda AKP seçmeni dışındakilerle hesaplaşmaya girmek, kutlama yapan kalabalıklar üzerinden -ki bir kısmı sırf korktuğu, veya kendisine “meydanlarda bulunmasının geleceği açısından önemli olduğu” telkin edildiği için oradalar- “sol”la, Kürt siyaseti ile “gezi” ile karşılaştırmalar yapmaya gitmek ve bunları itibarsızlaştırma çabaları, hem teorik olarak altı boş iddialar, hem de pratik olarak, bu son derece hayati halk dinamiğinden çıkarılabilecek darbe karşıtı bir cepheyi, günlük siyasetin küçük hesaplarına mahkum etmek anlamına gelir.

Bu çelişkili süreci; üç haftadır meydanlarda “darbenin arkasında CIA var” sloganları ile coşturulan “halk”ın, dün devletin üst düzey protokolü ile karşılanan ABD genelkurmay başkanının ziyareti karşısında hiçbir anlamlı ve ses getirir tepki vermemesi, tüm çıplaklığı ile gösteriyor. Dolayısıyla “darbeye karşı çıkan halkımız” gerçeğini, AKP seçmenine ve kutlama meydanlarına inhisar etmek, bir de bununla da yetinmeyip “bidon kafalı , göbeğini kaşıyan, makarnacı….” benzeri sığ sataşmalara cevap vereceğiz diye “lümpenliği” yücelten ve aslında AKP seçmenine de dolaylı olarak hakaret eden bir söylemi “retorik” olarak beslemek, buradan da -daha önce yüzlerce defa yapıldığı gibi- artık hiç bir gerçekliği kalmamış, bir takım içi boş meydan okumalara girişmekle yapılabileceklerin sınırlarını ve içinde bulunduğumuz durumu, bu ABD’li askerin ziyareti yeterince göstermektedir.

Dolayısıyla özünde “gezi” ile aynı sürecin bir parçası olan “halk dinamiği”ni, AKP’nin iktidar tercihleri uğruna bu kadar hoyratça manipüle etmek ve kısırlaştırıp kendi içine kapatmak, bu realiteyi emperyalizm, ABD, NATO, İsrail karşıtı bir cepheye dönüştürmeyeceği gibi, tam tersine kitleleri bu şer ekseni karşısında hiç olmadığı kadar boşa çıkarabilir. Tüm yerel dinamiklerin ve süreçlerin göz ardı edildiği ve sürecin salt AKP iktidarı ve hatta bizzat Erdoğan’ın şahsı üzerinden okunduğu bir vasatta, yarın iktidar basını; bu üst akılla baş edebilmek için devletçe daha güçlü olmamız, bunun içinde  için ABD ve İsrail ile ilişkilerimizi daha da güçlendirmemiz gerektiği noktasına gelirse, bunun en başta “darbe karşıtı halkımız” iddiasının içini boşaltacağını söylemek sanırım kehanet olmaz…

Bir cevap yazın