
Kudüs’ün Yalnızlığı
Kudüs, bugün yalnız bir beldedir.
İslam Milleti’nin kendi başına bıraktığı bir belde.
Öyle mübarek bir beldedir ki; adı dillerden hiç düşmez.
Ama dilden kalbe de düşmez, kelimeler iki dudakta kalır, fazlası değil.
Şiirlerde, söylevlerde bir vurgudur, daha fazlası değil.
Aynı yalnızlık, aynı sahipsizlik Kudüs’ün merkezinde olduğu Filistin meselesi için de geçerlidir.
Gerçek acıdır ve şöyledir:
Bugün Türkiye’de, ne Kudüs ne de Filistin, tüm boyutlarıyla bilinen bir meseledir.
Hatta, Kudüs, bizde başlı başına bir mesele bile değildir.
Sadece romantik çıkışların, ajite edilmiş duyguların ve güdümlü öfkelerin nesnesidir Kudüs.
Tarihi seyrine vakıf değilizdir, geçmişin nostaljisinde takılmışızdır.
Bölgenin sosyolojisini göz ardı ederiz.
Haliyle oradaki o çok kültürlü yapının barışçıl bir dengeye nasıl taşınabileceği konusunda düşünmeyiz.
Teolojik boyutunu araştırmak yerine, düz okumalar yaparız ve konuyu bir şekilde ırkçılığa kaydıran yorumlarda bulunuruz.
Siyaset bahsinde ise her mevzuda olduğu gibi mesele yine hamaset malzemesidir.
Haliyle anlayamadığımız bir meselede çözümü de sağlıklı bir zeminde tartışamayız.
Sonrasında ne olur?
“Kudüs, Filistin” diye ajite edenlerin, “ümmet kardeşliği” diye slogan atanların, bizi Filistin için ayağa kalkmaya çağıranların rüzgarına göre savrulur dururuz.
Amerikan başkanı Donald Trump’un aldığı karara haklı olarak çok öfkeleniriz ama başka bir anlaşmada Kudüs ile Ankara’nın denk tutulduğunu unutmayı tercih ederiz.
O kadar İslam ülkesinin bir araya gelmesinden medet umarız ama onların çıkardıkları ortak metinde Kudüs’ün bölünmüşlüğünün çoktan kabul edilmişliğine ses çıkarmayız.
İsrail’in işgalci bir yapı olduğuna sık sık göndermelerde bulunulduğuna tanıklık ederiz ama bu işgal organizasyonun nasıl olup da onlarca yıldır varlığını muhafaza edebildiğini pek sorgulamayız.
Oysa dikkat ederseniz, söz konusu işgalci devlet, siyasi, ticari, kültürel, akademik ve sportif alanlarda bölgede son derece faaldir.
Bu; kendisine yönelik bölgede ciddi bir izolasyon sağlanamadığının göstergesidir.
Haliyle en temelde boykot mekanizmasının bile sistemli işletilemediği bir vasatta, İsrail’in cüreti artan politikalar yürütebilmesine bence şaşırmamalıyız.
Aynı şekilde, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanıdığını ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağını söylemesine de fazla şaşırmamalıyız.
Çünkü onlara bu cesareti veren, böylesine pervasızca kararlar alabilmelerine fırsat veren şey; kesinlikle askeri ya da politik güçleri değildir.
Bana kalırsa onlar bu cesareti, İslam Milleti’nin içinde bulunduğu paramparça halden almaktadır; bölge ülkelerinin izlediği yanlış siyasetlerden, Kudüs gibi ortak bir davada bile ayrı gayrı düşmüşlüğümüzden almaktadır.
Şöyle bir gözünüzün önüne getirin; Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Yemen’de, Bahreyn’de, Tunus’ta, Libya’da yaşanan hangi krizin çözümünde dünya Müslümanları bir olup da çare sunabilmiştir?
Bırakın çare sunma iradesini; hangisinde sorun ya da çözüm için ortak bir noktada buluşabilmişti?
Peki sonunda ne olmuştur?
Tüm bu krizler, mevcut parçalanmışlıkları daha da derinleştirmiştir.
Neticesinde kazançlı çıkan ise işgal ettiği Filistin topraklarında, Kudüs’te tutunmaya mücadelesi veren İsrail olmuştur.
Nitekim Donald Trump’un kararı tam da bunun göstergesidir.
İşgalciliği, Birleşmiş Milletler kararlarında dahi tescil edilmiş İsrail; işgal ettiği topraklardan bir adım çekilmek geri dursun; bilakis daha da ileriye gitmeyi başarabilmiştir.
1948’te katliamlarla, tehcirlerle başlayan, 1967 yılında Doğu Kudüs’ün işgaliyle genişleyen siyonist yayılmacılık, 1980 yılında Kudüs’ün İsrail’in “bölünmez başkenti” ilan etmesiyle başka bir boyut kazanmıştır.
O yıldan bu yana, çıkardığı kanunun uluslararası alanda geçerlilik kazanmasına çalışan işgal rejimi, ABD Başkanı Trump’un açıklamasıyla da kendisine ciddi bir destek bulmuştur.
Bence burada asıl düşünülmesi gereken husus, ABD-İsrail arasındaki bu iş birliği değildir; öncelikle, İslam milletinin kendi dayanışmasını neden sağlayamadığıdır.
Filistin gibi üzerinde mutabakat sağlanabilecek bir meselede bile nasıl bu kadar aciz kalınabildiğidir.
Bu soruların cevabını bulursak, Kudüs’ü özgürlüğüne bir adım daha yaklaştırmış olacağız.
Yoksa her şey lafta kalacak, iki üç gün sonra Filistin, yine kendi çaresizliğiyle baş başa kalacak.
Beytullah Önce / Sakarya Yenihaber