
Dizginlenmeyen hırsların ifsadı büyük olur
Beytullah Önce
İnsanın bitmeyen bir hırsı, gücün de yoldan çıkaran bir cazibesi vardır.
Hırs ile güç bir araya geldiğinde ortaya tehlikeli bir bileşim çıkar.
Bunun için gücü denetleyecek mekanizmalar önem arz eder.
İnsanın kendisini denetleyebilmesi kendi öz sorumluluğudur ve bu ahlaki bir vazife kabul edilebilir.
İnsanların birbirini denetlemesi birbirine karşı sorumluluğudur ve bu da toplumsal bir vazife sayılabilir.
Her iki durumda da denetlemenin doğru ve dengeli yapılması, sağlıklı ve iyi sonuçların ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır.
Sosyal ve kültürel alandaki bu durum, siyasi ve iktisadi düzendeki dengelerin dağılımı ve denetimin sağlanması söz konusu olduğunda çok daha büyük önem arz eder.
Kamu gücünün ve otoritesinin, kamu adına ve kamu yararına kullanılması gereken yetkilerin ve imkânlarının dengesiz bir dağılım göstermesi ve bunlar üzerinde herhangi bir denetim mekanizmasının bırakılmaması, ciddi bir soruna dönüşür.
Kuvvetler ayrılığı prensibine yapılan vurgu bundandır. Devlet organlarında sorumluluk alan kişilerin seçim süreciyle belirlenmesi bu bağlamda gereklidir.
Seçim sürecinin eşit fırsat ve imkânlarda gerçekleşmesi; kamu makamlarındaki görevlendirmelerde klik, aile, grup, cemaat, tarikat, parti vb. ilişkilere değil ehliyet ve liyakat gibi iki temel ölçüte riayet edilmesi, doğru bir yönetim ve yönetişimin sağlanması açısından elzemdir.
Hangi makam ve mevki olursa olsun, kişiler işlerini hesapsız kitapsız yürütemeyeceğini bildiğinde, hesap verebilirlik sağlandığında, o zaman kimse elde ettiği güç ile kendisini ilahlaştırmaz, tanrılaştırmaz ve haddini hududunu bilir.
Bu sebeple, sosyal ve siyasal alanda sağlanması gereken toplumsal bir mutabakat söz konusudur.
Böyle bir mutabakat, insanların temel haklarını, özgürlüklerini ve sorumluluklarını gösterdiği kadar siyasal ve iktisadi düzende makam, mevki, güç ve iktidar elde edenlerin de yetki ve sorumluluklarıyla birlikte sınırlılıklarını ortaya koyar.
Dengeler doğru kurulduğunda herkesin hakkı, hukuku daha rahat güvence altına alınmış olur.
Geldiğimiz nokta itibariyle bugün, yaşadığımız ülkede, yerel yönetimlerden merkezi yönetimlere, herhangi bir kamu kuruluşunun idaresinden küresel sisteme entegre olmuş kurum ve kuruluşların yönetimine kadar hiçbir alanda denge ve denetleme mekanizmalarının sağlam temeller üzerine kurulamamış olması ve hatta hiç bulunmaması, her alanda ciddi bir yozlaşmaya neden teşkil etmektedir.
Gücü eline geçiren, o güçle istediğini yapabilme hakkını görmektedir. Makamın emanet olduğunu unutan, o makamın kendisine sağladığı yetkiyi dilediği gibi tasarruf etmeye çalışabilmektedir.
Koltukların geçici olduğunu düşünmeyen, elde ettiği otoriteyi keyfine göre kullanabilmektedir.
Tüm bunlar, gündelik hayattan kamu idaresine, yerel yönetimlerden merkezi hükümete kadar her alanda küçük küçük bir sürü ilahlığın tesisi anlamına gelmektedir; herkes bulunduğu makam ve mevkiye, elinde tuttuğu güç ve imkân çerçevesinde keyfi hareket edebilmektedir.
Herkes hesap sorabilme hakkını kendinde bulurken, kimse hesap vermeye yanaşmamaktadır.
Bunun böyle olmayacağı da, düzenin böyle daha fazla gidemeyeceği de onca tecrübeyle sabitken, geldiğimiz noktada bu kadar temel meseleleri hâlâ çözememiş bir cumhuriyette yaşıyor olmamız ne acı.
Ne toplumsal bir mutabakat tesis edilebilmiş, ne de hakların, özgürlüklerin ve sorumlukların dengeleri kurulabilmiş…
Hakları koruması gereken kurumlar hak ihlallerin kaynağı halinde, özgürlükleri koruması gerekenler sorumsuz bir şekilde en temel insan haklarını dahi çiğneyebilmekte!
Böyle kahredici bir vasatta tüm ülkenin hem doğal hem de beşeri halinin hırsların ifsadına uğramasına şaşırmıyorum, ammavelakin kahrediyorum.
Böyle olmamalıydı, böyle gitmemeli…