Prof. Şinasi Gündüz: Kur’an’da Redaksiyon Sorunu ve Otantizmi

Kuranda Yusuf suresinde 50. ayetten 54. ayete kadar okursanız bir kopukluk hissedersiniz. 52. ayette konuşanın kim olduğu ilk anda şaşırtır. Siz içerikten Hz. Yusuf olduğunu anlarsınız. Ama Hz. Yusuf’un sözü ilginç bir şekilde ikiye bölünüp farklı yerlere konmuş gibidir. 

Ancak bu ayetleri 50, 52, 53, 51, 54 sırasıyla okursanız her şey yerli yerine oturur. Son derece akıcı ve anlaşılır bir hal alır.

Bu ayet dizisi Kur’an’da ‘takdim ve tehir’ denilen edebi bir sanatın kullanımına örnek olarak verilir. Gerçekten takdim ve tehir vardır. Belli anlamları vurgulamak için de işlevsel bir edebî yoldur. Ancak bu ayet dizisinde bu edebî yolu kullanmak için herhangi bir makul gerekçe yok gibidir. Şunu da merak etmiyor değilim. Acaba Kur’an’ın cem edilmesi sırasında belli redaksiyon hatalarının olduğu ihtimali neden hiç tartışılmıyor?

Cevap: 

Yusuf suresinde söz konusu edilen bölümde bir takdim-tehir, kopukluk ya da hangi sözü kim söylüyor karmaşası söz konusu değil.   52. ayetteki ifadenin Hz. Yusuf’a ait olmadığı görüşleri de metnin bütünlüğü içinde ele alındığında isabetli değil. 52 ve 53’te Hz. Yusuf, kıssanın bidayetinde vuku bulan hadiselere ilişkin bir görüş bildiriyor. Kendisinin, Azizin hanesinde asla bir hainlik düşünmediğini, bunda Rabbinin korumasının önemli olduğunu (Zira Hz. Yusuf, 33. ayette Allah’a kendisini koruması için münacaatta bulunmaktadır.) ve insan benliğinin günaha meyyal, günahkâr yapısına dikkat çekiyor. Dolayısıyla burada, metnin akışında herhangi bir gariplik yok.

Bununla birlikte asıl sorun, “Şunu da merak etmiyor değilim: Acaba, Kur’an’ın cem edilmesi sırasında belli redaksiyon hatalarının olduğu ihtimali neden hiç tartışılmıyor?” ifadesinde.

Kur’an üzerine çeşitli çevrelerin, kabaca son iki yüz yıldır yaptıkları çalışmalarda Kur’an’ın tarihsel ve edebî tenkiti yapmaya koyuldukları bilinmektedir. Bu tenkit yöntemleri, 18. yüzyıldan itibaren Kitab-ı Mukaddes’e yapılmış ve Kitab-ı Mukaddes’in gerek içerdiği tarihsel verilerin sorunlu yapısından (farklı tarihsel dönemlere ait malzemenin harmanlanmış olması, tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen veriler olması gibi…) gerekse edebî yapısındaki kopukluklarla zamanın algılarını, mitoslarını, ifade ve anlatı tekniklerini yansıtan materyaller içermesinden hareketle, metnin insan ürünü tarihsel yapısına dikkat çekilmiştir.

Kitab-ı Mukaddes’e uygulanan bu tenkit yöntemi aynısıyla Kur’an’a da tatbik edilmeye çalışılmıştır. Hem tarihsel açıdan muhtemel farklı nüshalarının mevcudiyetine dair çalışmalar yapılmış, hem de içeriğinde muhtemel anlatım bozukluklarının, çelişkilerin ve zamanın mitolojik kabullerini yansıtan muhtemel ifadelerin ortaya çıkarılması çabasına girişilmiştir. Birinci hususla ilgili son 50 yıl içinde özellikle San’a’da Ulu Camiinin yeniden inşası sırasında ele geçen ve oldukça erken dönemlere ait Kur’an sayfaları ile Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde bulunan bir yazma nüsha, Batı’da bu tarz çalışmalar yapanlar arasında ciddi bir heyecan uyandırdı. “Acaba Kur’an’ın, metinde farklılık içeren bir nüshası olabilir mi?” diye. Özellikle Birmingham nüshası… Zira bu nüsha karbon yöntemiyle miladi 550-650 yılları arasında tarihlenmekteydi. Bu Kur’an nüshaları henüz incelenmeden birçok spekülasyon da yapıldı: Nihayet Kur’an’ın farklı nüshaları da ortaya çıktı şeklinde… Ancak metinlerde yapılan incelemelerin ortaya koyduğu sonuç, bu nüshalarının da elimizdekiyle aynı olduğuydu.

 İkinci hususla ilgili olarak da öteden beri Kur’an içeriğinde dizgi ve üslupta düzensizlik, karışıklık ve ele alınan materyalin/konunun, özellikle de tarihsel anlatıların yani kıssaların zamanın mitolojik anlatılarından kesitler olduğu iddiasıdır. Bu konuda yıllar önce hatırlıyorum, doktora yaparken İngiltere’de meşhur oryantalist E. Bosworth’un, bir defasında “Kur’an baştan sona dağınık tekrarlarla dolu.” sözü tartışılıyordu. Bununla o, Yusuf suresi haricinde Kur’an’da ele alınan anlatıların oldukça dağınık ve düzensiz olduğunu, bunun da metnin farklı dönemlerde derlenmiş olduğuna delil olduğunu savunuyordu. Bundan başka Kur’an kıssalarında bugünün bilimsel ve tarihsel verileriyle uyuşması mümkün olmayan birçok anlatı bulunduğu da tartışıldı. Ki, bu oryantalist yaklaşımlar aslında yeni değildi, zira yıllar önce benzeri eleştiriler zaten Kitab-ı Mukaddes’e de uygulanmış ve aynı görüşe ulaşılmıştı. Kaldı ki sadece bu değil, Kur’an içeriğinde mantıksal bazı çelişkiler ve gerçeğe aykırı veriler de vardı, bunların iddiasına göre. Mesela, “Ey Meryem Oğlu Mesih, sen mi insanlara beni, annemi Allah’tan başka ilahlar edinin…” ayeti yanlış bir veriydi, zira Hıristiyan teslisinde Meryem yer almamaktaydı. Benzer şekilde Yahudilerle ilgili “Üzeyr Allah’ın oğludur dediler!” ifadesi yanlıştı, zira Yahudilikte Üzeyr/Ezra asla Allah’ın oğlu olarak tanımlanmamıştı. Yine Kur’an’ın mirasın dağıtımına dair hesaplamasında matematiksel tutarsızlıklar söz konusuydu, bu tarz iddialara göre.

Batıda dillendirilen bu iddialar, kısa zamanda Müslüman dünyada da yankısını buldu; örneğin Mısır’da Halefullah, “El-Fennul Kasasi fil Kur’an” başlığıyla yayımlanan ve yanılmıyorsam doktora çalışması olan eserinde, Kur’an kıssalarının tarihsel gerçekliğine dair sorgulamalar yaptı. Zülkarneyn kıssası gibi kıssaların aslında tarihsel gerçek olaylara değil, Hicaz bölgesi Araplarının mitolojik anlatıları üzerine dayalı olduğunu savundu. Zira ona göre bu tarz kıssalarda bilimsel ve tarihsel gerçekliğe karşıt ciddi problemler vardı. Önemli olan bu kıssaların olaysal anlatıları değil bunların arkasına serpiştirilmiş mesajlardı ona göre, bunlar üzerine zihnin teksif edilmesi gerekirdi asıl. Tabi dikkat çekici olan onun bu yaklaşımının aslında Rudolf Bultmann’ın meşhur demitolojizasyon tekniği olması. Bultmann bu teknikle Hıristiyan kutsal kitabını analiz etmiş ve sonunda şu sonuçlara ulaşmıştı: 1. Kutsal kitap, baştan sona mitolojidir, 2. Mitoloji zamanın anlatım tekniğidir, 3. Kutsal kitaptan hareketle bir tarih okuması yapılamaz, bir tarih inşa edilemez, 4. Önemli olan kutsal kitaptaki anlatılar değil, bu anlatılar içinde gizlenmiş mesajlardır (kerygma); bunlar üzerine odaklanmak gerekir. Doğal olarak bu mesajları ortaya çıkaran, çıkaracak olanlar da Bultmann gibi araştırıcılar… 

Değerli dostlarım. Allah’ın kitabı Kur’an üzerine kabaca son iki yüz yıldır yapılan bu tarz analizlerin masum olmadığı kanaatindeyim.

Bunlar masum değil; çünkü bu tarz iddialar ve analizler, temel motivasyon olarak metni esas alıp anlamaktan/okumaktan çok analitik bir perspektifle metni eleştiriye tabi tutmayı gözetiyor. Bu analitik perspektifte de son döneme egemen olan ve aklı ve tecrübi verileri ilahlaştıran pozitivizmin ve seküler yaklaşımın yönlendiriciliği söz konusu…

Yine bunlar masum değil; zira bu tarz yaklaşımlar, İslam’a ve İslam’ın temel referanslarına yönelik yıllardır Batı’da yürütülen oryantalist projenin uzantıları görünümü veriyor.

Doğrusu tarihsel ya da edebî bağlamda Kur’an üzerine Batıda ya da Müslüman dünyada ileri sürülen tüm bu iddiaların mesnetsiz ve tutarsız olduğu bir vakıa… Bunların her biri üzerine, her bir iddia üzerine yığınla açıklama yapıldı bu zamana kadar.

Müslüman bir akıl, kendisini Rabbinin kitabıyla, mesajıyla buluşturan Kur’an’ı okuduğunda yalnızca kendisi için bir hidayet, yolunu aydınlatan bir ışık, bir yol gösterici ile karşılaşıyor.

İçinde Kur’an’ın nazil olduğu geceyi Kadir gecesini barındıran Ramazan’ın bu son günlerinde Kur’an yolumuzu aydınlatsın. 

*Bir yazışma grubunda karşılıklı soru-cevaplardan metin haline getirilmiş, Prof. Şinasi Gündüz’ün onayıyla yayımlanmıştır.

One thought on “Prof. Şinasi Gündüz: Kur’an’da Redaksiyon Sorunu ve Otantizmi

Bir cevap yazın